PKK’ya karşı hukukun gerekleri neden yerine getirilmiyor?
Yasa ve tüzüklerde yer alan bazı hükümler ilk bakışta ilgilisine bir “hak” tanıyormuş gibi gözükseler de gerçekte o kişiye bir “yükümlülük” getirirler. Örneğin, bir yangını söndürmeye giden itfaiye aracının şoförünün hız sınırlamasına uymamaya, kırmızı ışıkta durmamaya hakkı varmış gibi gözükse de, gerçekte o şoförün aracını söz gelimi 30 km. hızla sürmeye, her kırmızı ışıkta durup beklemeye hakkı yoktur, tümüyle tersine en hızlı bir biçimde yangın yerine yetişmek yükümlülüğü altındadır. Aynı durum, bir cankurtaran şoförü için de söz konusudur. Kanamalı bir hastayı hastahaneye en kısa sürede yetiştirmek yükümlülüğündedir. Oysa, hukukta “hak”, kullanılıp kullanılmamayı genel olarak o hakkın sahibinin istencine bırakır.
Şimdi, gelin önce Anayasa’nın 120/1.maddesinde yer alan şu hükmü birlikte okuyalım:
“.... şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması hallerinde, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Milli Güvenlik Kurulu’nun da görüşünü aldıktan sonra yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan edebilir.”
121.madde ise buna ilişkin kararın TBMM’nin onayına sunulmasını öngörmektedir.
Şiddet olayları nedeniyle Olağanüstü Hal ilan edildiğinde 25.10.1983 günlü ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11.maddesinde belirtilen önlemler alınacaktır.
Ancak, Anayasa’nın 122/1.maddesi
ise şöyledir:
“.... olağanüstü hal ilanını gerektiren hallerden daha vahim şiddet hareketlerinin yaygınlaşması...., ayaklanma olması veya vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışmanın veya ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten ve dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması sebepleriyle, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Milli Güvenlik Kurulu’nun da görüşünü aldıktan sonra, süresi altı ayı aşmamak üzere yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde sıkıyönetim ilan edebilir....”
Bu da TBMM’nin onayına sunulacak,
sürenin uzatılması da yine TBMM’nin kararı ile olacaktır.
Bu durumda, daha sonra bazı değişiklikler geçiren ve bazı maddeleri kaldırılan 13.5.1971 günlü ve 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu uygulanacaktır.
Açıktır ki, her iki kanunda da belirtilen durumlar baş gösterdiğinde, “ilan edebilir” anlatımına dayanarak, maddelerde adları geçen yetkililer, koşullara göre olağanüstü hal ya da sıkıyönetim ilan edip etmemenin kendi takdirlerine bağlı olduğunu öne süremezler. Öyle düşünülecek olursa, şiddet eylemlerinin yaygınlaşmasına, ayaklanmaya, ülkenin ve milletin bölünmesine göz yummuş, bunun önünü açmış olurlar!... Başka bir deyişle, maddelerde belirtilen durumlar ortaya çıktığında bunları yok etmek adı geçen ilgililerin anayasal sorumluğudur.
PKK’nın son dönemdeki eylemleri ise, Olağanüstü Hal ilan edilmesiyle aşılamayacak bir düzeye ulaşmıştır ve tam anlamıyla 1982 Anayasası’nın 122/1.maddesinde belirtilen eylemlerdir.
Sıkıyönetim çözüm olacak mıdır, diye sorulacak olursa buna verilecek ilk yanıt, hiç kuşkusuz, “açılım”dan daha iyi sonuç vereceği olacaktır! Şaka bir yana, yol kesen, karakol-kışla basan, lojmanlara roket atanların bu eylemlerinin “demokratikleşme”, “daha fazla özgürlük”le sona ereceğini sanmak, tam bir aymazlıktır. Bu tür yaklaşım, olsa olsa PKK’ye daha fazla adam öldürme özgürlüğü sağlar. Türkiye neredeyse baştanbaşa şehitlikler ve gaziler ülkesi olmak üzeredir.
Ülkeyi yönetenlerin en başta gelen görevi, vatanın bütünlüğünü, devletin bekasını, vatandaşlarının can güvenliğini sağlamaktır. Bu görevin, açılımla ve AB uyum yasalarıyla yerine getirilemediği, tersine bunların bu görevi engelledikleri apaçık ortadadır. Buna karşılık, yöneticilerin elinde anayasal ve belirttiğim yasal olanaklar vardır. Bu olanakları kullanmamak, çok ağır bir sorumluluk doğurur.
İktidar, kendisine tanınan hukuksal olanakları kullanmaktan kaçınırsa, bilinmelidir ki terör daha da azacak, sorumlusu da hükümet olacaktır.