PKK'dan da tehlikeli
Hırsız gecenin bir yarısı otomobiliyle beyaz eşya dükkanının vitrin yahut kapısını kırıyor, son hızla içeri girip bir iki plazma televizyon bir iki de dizüstü bilgisayar kapıp sırra kadem basıyor. Bir başkası kafasına bir kar maskesi geçirip elinde silah kuyumcuya dalıyor, alabildiğini alıyor, bazen belâsız kazasız, bazen geride ölü ve yaralı bırakarak gözden kayboluyor.
Ve bizler kamera kayıtlarında en ince detayına kadar yer alan bu görüntüleri haber bültenlerinde izliyor, yorum yapıyor, memleketin hal ve istikbalinden endişe duyuyor, kapımızı bacamızı iyice bir kontrol ettikten sonra, “Ne oldu bize!” diyerek yatağımıza giriyor, kâbuslar görüyoruz.
Oysa, evet oysa..
Oysa hepimiz, hepimiz değilse bile genelimiz bir gece yarısı çaldığı bir otomobille elektronik eşya mağazasının kapısını kırarak içeri dalan ve daldıktan sonra en kısa sürede en çok ve en değerli şeyleri alıp oradan uzaklaşmaya çalışan o hırsız yahut başına geçirdiği kar maskesi ve elinde silahla kuyumcudan altın gasp eden soyguncu gibi davranıyoruz da, farkında değiliz.
Gün yirmidört saat aklımız ve mesaimizi neye odakladığımızı düşündüğümüzde cevap eğer,“En kısa sürede en çok dünyalık!”ise, bilelim ki biz, bir gece yarısı başkasına ait bir işyerine bodoslama girmiş bir hırsız hayatı yaşıyoruz, demektir.
Çünkü en değerli ve en çok şeyi en kısa sürede kapıp kaçma endişesi taşıyan yalnızca hırsızlardır.
Mal sahibi sakin olur, işyerini Bismillah ile açar, sağa sola selâm verir, siler süpürür, üretir, alır-satar, ikramda bulunur, tasarruf eder, işini ve gelirini zamana yayarak büyütür. Kişi, yaptığı işten toplum zarar görecekmiş, kırılıp dökülen, üzülüp ezilen olacakmış aldırmadan kazanmak, ne pahasına olursa olsun kazanmak için yaşıyor hale geldiyse, yani kişinin gözünü (başkasının işyerine dalmış hırsız misali) hırs ve dünya(lık) bürüdüyse, gözü açı-muhtâcı görmüyor, kulağı verilen ölüm salalarını duymuyor ve vicdan ile aklı sağ ve sol omzunda güvenlik kameralarının kayıtta olduğunu idrak edemiyorsa o aslında toplum denizinde bir serseri mayından farksızdır; her an her yerde sessizce infilak edip binlerce, milyonlarca yetim hakkını paramparça edebilir.
İsterseniz biraz daha net konuşalım.
Gece yarısı başkasına ait işyerine giren hırsız alet edevat olarak levye kullanır, el feneri ve maymuncuk kullanır, çalınmış otomobil kullanır, kuyumcu gaspçısı ise işini kar maskesi ve pompalı tüfekle görür.
Amma kendini asla hırsız kabul etmeyen ve fakat aslında örneğini verdiğimiz her iki hırsızdan da beter bir hırsız olan “gözünü dünyalık bürümüşler” taifesinin kravatlı ve vergi levhalı olanları da aslında kar maskesi, maymuncuk ve vitrin kırmak için de çalınmış otomobil kullanır amma kimse bunu fark etmez.
Fark etmez çünkü kravatlı ve vergi levhalı bu gaspçıların dünyalık elde edebilmek amacıyla levye, maymuncuk, çalınmış otomobil yahut (millete ait olan şeyleri gasp için) kar maskesi ve pompalı tüfek olarak kullandığı araç-gereç, “çevresi” dir.
Bu çevre yerine göre bir “siyasi ekip yahut zihniyet”, yerine göre siyasetçinin bizzat kendisi ve tabii çıkar birliği yaptığı bürokrattır. Bunlar hiç ölmeyecekmiş gibi talan ederler. Bunlar, kendi ülkelerinde değil de, bir yabancı ülkeye girmiş pervasız bir işgal gücü gibi millete ait her şeyi sürekli kendi ailelerinde, kendi ellerinde toplamak için çırpınırlar.
Acı olan şudur ki, birinci kategorideki hırsız ve gaspçıların peşinde olan devletin kolluk güçleri ve hukuk, özenle dizayn edilmiş sistem gereği, vergi levhalı ve kravatlı bu sınıftan hırsız ve gaspçıların ya yanında, ya emrindedir.
Ve daha acı olan gerçek ise, ilk kategorideki hırsız ve gaspçıları yakaladığında linçe yönelen basın ve halkın, ikinci gruptaki gaspçı ve hırsızlarla karşılaştığında ya alkışlaması ya da “Çaldı amma hizmet de etti!” demesi, diyebilmesi, hatta o tür gaspçılara imrenmesi, “Keşke onun yerinde ben olsaydım, bir gün inşallah!” diye iç geçirmesidir.
Ülkeyi dış güçler ve PKK değil amma işte bu zihniyet parçalar!