Peşkeş sırası Kıbrıs'ta mı?
Bir birinden çetin, tehlikeli iç ve dış sorunlar üst üste yığılırken, şimdi de Kıbrıs'taki haklarımızın ortadan kaldırılması kumpasıyla karşı karşıya gelinmiş bulunuluyor.
Gerçekten de, Ege Denizi'ndeki 17 adamızın göz göre göre Yunanistan'a bırakılmasından sonra, Kıbrıs üzerindeki siyasi baskı atmosferi bir türlü durdurulamıyor.
Yıl sonuna doğru gelinen durum, Türk tarafına hazırlanan "uluslararası tuzak"tan başka bir anlam taşımıyor.
Rumlar'ın bütün isteği, anlaşmalarla adada "garantör" olarak bulunan Türk askerinin silinmesini sağlamakla özetleniyor.
Nitekim, Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos, Kuzey Kıbrıs'ta Türk Cumhuriyeti yok, istila ve işgal var. Böyle bir devlet mevcudiyeti yok deme küstahlığını gösteriyor.
Zaten, Yunanlılar son günlerde, Türkiye'ye karşı bir "politik saldırı"dan kendilerini alamıyor.
Bazı Yunanlı devlet adamları ve hatta diplomatları "Lozan'ı beğenmeyenler, Sevir anlaşmasına dönsünler" şeklinde sözlerle, Türk dış politikasını daha da zayıflatmak hedefini güdüyor.
Özellikle, Türkiye'nin içine düşürüldüğü ekonomik durum ve dış politikasındaki zik zaklar, fırsat düşkünü Yunanistan'ı harekete geçirmesi, aslında Türk milletinin üzerinde üzüntü doğuruyor.
Bu yüzden de, başta AKP iktidarı olmak üzere, bütün yetkililerin veya sorumlularının, gelişmeleri görüp, ortamı düzeltmeye çok acil adım atmaları gerekiyor.
Sinsi bir şekilde kurulan tuzaklardan kurtulmanın ne yazık ki son anları yaşanıyor.
Hem Türkiye Cumhuriyeti'ni, hem de KKTC'yi yönetenlere tarihi sorumluluklar düşüyor.
Her ne kadar, Mustafa Akıncı ve Nikos Anastasiadis, 9 Ocak'ta İsviçre'de bir araya gelmeye ve 12 Ocak'ta da müzakerelerin son aşaması, Türkiye Yunanistan ve İngiltere'nin de katılacağı garantörler zirvesi düzenlenmesi konusunda anlaşmaya vardıklarını açıklamışsa bile sonucun böyle bir gelişmeyi sağlayamayacağının "işaretleri" şimdiden öne çıkıyor.
Kıbrıs'ta müzakereler, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'nın göreve gelmesinin ardından Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide'nin ara buluculuğunda 15 Mayıs 2015'te yeniden başladığı hatırlanıyor.
Taraflar, 20-21 Kasım'da İsviçre'nin Mont Pelerin kasabasında yürütülen müzakerelerden Rum yönetiminin beklenen adımları atmaması nedeniyle sonuçsuz ayrılındığı da kabul ediliyor.
Bu arada, garantörler zirvesinde, Rum tarafı, garantörlüğün kaldırılması ve Türk askerinin tamamen çekilmesini talep ediyor. Türk tarafı ise askerin azaltılmasını öngörüyor.
Ancak Türkiye'nin garantörlüğünün devam etmesini istiyor.
Uzlaşma olursa 2017'in ilk yarısında çözüm planı ve anayasa yazılacak ve ortaya çıkacak plan adada Türk ve Rumların referandumuna sunulacağının belirtilmesi de yeni bir "tuzağı" çağrıştırıyor.
Ne var ki; anlaşma sağlansa bile, referandum safhasında, Türklerin olumlu kararına rağmen, Rumlar'ın yine "ret oyu" verecekleri bekleniyor.
Böylece Türk tarafının, muhtemel tavizleri yine yürürlüğe girerken Rumların yeni kazanımlar sağlayacağı belirtiliyor.
Gelişmelerle Kıbrıs'taki son duruma bakılırsa; KKTC hükümetinin tavrı kesin bir görüntü vermezken Rumların uzun yıllardan beri sürdürdükleri "çirkin" politikalarından vazgeçmeyecekleri anlaşılıyor.
Öte yandan, AKP'nin 14 yıllık iktidarı boyunca, bir "oyalama" hatta bir "gizleme" gayretinde olması gafletin ötesinde ağırlık taşıyor.
Her sahada sıkışan AKP'nin "çıkış" için Kıbrıs'a "taviz" vermeyi ve "garantörlük" haklarından bile vazgeçmeyi tasarladığından korkuluyor.
Oysa, böylesine bir plan, bir beklenti hem, KKTC'nin her bakımdan sonu olurken hem de Türkiye'ye maddi manevi büyük kayıplara neden olacağı gizleniyor.
AKP iktidarı, Yunanistan'a peşkeş çekilen "17 ada"dan sonra Kıbrıs'ın Rumlara teslim edilmesi halinde en büyük gaflet hatta ihaneti işleyeceği şimdiden şok doğuruyor.
Uzun zamandan beri, içinden çıkılmaz bir sorun olmaya devam eden Kıbrıs'ın, son yıllarda daha da "cazip" ve "stratejik" hale gelmesinin nedenleri arasında gerek ada üzerinden gerek kıyılarından yararlanılarak geçirilmek istenilen enerji projelerinin artık gizlenememesi de gösteriliyor.