Parti devletleştikçe veya devlet partileştikçe
Hakan Fidan, devlet memuriyetine dönebilir mi? Dönebilir elbette ama döndüğü yer MİT Müsteşarlığı olamazdı, olmamalıydı...
Numune Hastanesi Başhekimliğine atansaydı ancak bu kadar eğreti durabilirdi!.. Yaptığınız bütün gizli görüşmeler, kimisi iki gün içinde kimisi bir ay sonra internete düşecek ve siz o ülkenin en önemli istihbarat kuruluşunun başında kalacaksınız!..
Sır güvenliği ve gizliliği neredeyse sıfıra düşmüş olan birisini dünyanın hangi ülkesinde istihbaratın başında tutarlar? En büyük defoyu ’birinci görev’inde veren birisi, başka hangi özelliğinin hatırına o makamda kalabilir?
Oslo hâlâ kokuyor... İmralı’nın dumanı tütüyor... Suriye konusuyla ilgili rezalette, devletin neden ve nasıl delik deşik olduğu değil, bilgileri kimin sızdırdığı konuşuluyor... Oslo’da kendilerinden o kadar emindiler ki, görüşmelerin gizli kalacağına yüzde yüz inanan patronları ’görüşen şerefsizdir’ diye iddialı cümle kurabilmiş, sonra da “Biz görüşmüyoruz, devlet görüşüyor olabilir” türünden komik ötesi bir savunmayla işin içinden sıyrılmaya çalışmıştı...
Devlet partileştikçe, bir başka deyişle parti devletleştikçe başarı kriterinin önemi kalmıyor... Bunun yerini ’parti çıkarları doğrultusunda girişilmiş iş bölümü’ alıyor... Düşünebiliyor musunuz, bir partiden aday oluyorsunuz, o partinin temayül yoklamasında, doğaldır ki ne büyük partili olduğunuzu ispatlıyor ve iddialara göre yoklamadan birinci çıkıyorsunuz, sonra tescillenmiş partili kimliğinizle MİT’in başına geri dönüyorsunuz!..
Oysa ne güzel ’halkla ilişkiler’ faaliyeti yürütülmüştü bugüne kadar!.. Fidan adına açılmış ve üye sayısı iki yüz binlere yaklaşan sosyal medya sayfaları vardı... O sayfalarda ’bir başka ağızdan’ Fidan’ın siyasî pazarlaması yapılıyor, gündemdeki tartışmalı konulara bir yandan izahat getirilirken, diğer yandan propaganda yapılıyor, muhalefet partilerine çakılıyordu...
Denilebilir ki, “Bu sayfaları her hangi birileri açmış olabilir, Fidan’ı bağlamaz”... Doğru olabilir, başkaları açmıştır belki de... İyi de ülkenin en önemli istihbarat kurumunun başı bu sayfaları kimlerin açtığını ve amaçlarının ne olduğunu bilemez mi? Bütün bunlar biliniyor da müdahale edilmiyorsa, yapılanın ’onay’ anlamına geldiği, aksi halde ’en büyük istihbaratçı’ kimliğinin bir şey ifade etmediği doğrulanmış olmaz mı?
Müsteşar Umre’ye gidiyor, namaz kılarken burnunun dibinden çekilmiş resimler medyaya servis ediliyor... O kadar koruma arasında bu fotoğraflar nasıl çekilebiliyor, ilginç değil mi?
Hâkimler ve savcıların siyasî partilerden milletvekili seçilmek için istifa ettikten sonra aynı göreve geri dönmelerini engelleyen düzenleme kesinlikle doğruydu... Adaletle hükmetmesi gerekenlerin üzerlerine siyasî parti gölgesi düştükten sonra bu görevi hakkıyla ifa etmeleri mümkün değildi ve yıllar önce bu çirkinlik ortadan kaldırıldı...
Ya MİT’in başındaki birinin geri dönüşü? Parti devletleştikçe veya devlet partileştikçe bu türden uygulamalara daha sık rastlayacağız galiba... Almanya Türkiye’yi dinler, ortaya çıktığında inkâr nezaketini bile göstermez, “Bu bizim işimiz” anlamına gelecek açıklama yapar, biz ise süzgeç olmuş sır güvenliğimizin hesabını sormak yerine, partizan dayanışmasına önem veririz!..
Nasıl olsa, her türlü yenilgiyi ’zafer’ diye sunmaya hazır kalemler ve beyinler var... Tabii bir de bunları yemekte zorlanmayan kitleler... Sandukayı sırtlayıp kaçmak üzerine destanlar yazanların hayal güçleri o kadar geniş ki, yetişmek neredeyse imkânsız...
Hakan Fidan’ın istifa edip geri dönmesini, “Bu bir taktikti, bu manevra sonucu MİT Müsteşarlığı’nı ele geçirmek isteyen ’uykudaki hücreler’harekete geçtiler ve deşifre oldular. Devlet yönetmek zekâ ister” şeklinde izah eden kafaları gördükçe insan hiçbir şeye şaşırmamayı öğreniyor...
Bir de İsrail geyiği var... İsrail, Fidan’ı istemiyormuş da onun için kalmalıymış!.. Sanki Fidan’ın yerine geçecek kişiyi Erdoğan değil de İsrail atayacaktı!..