Paris'te terör ve Orta Doğu
ABD'nin önce Irak sonra da Suriye'ye müdahalesi, bölge ülkelerinde bütün dengeleri değiştirdi. Buralarda halkaları zayıf da olsa bir arada tutan bağları ABD müdahalesi kopardı. Yıllardır bir arada yan yana hatta iç içe yaşayan mezhep, etnik ve inanç farklılıkları bir anda çatışma nedeni haline geldi. 'Arap Baharı' olarak nitelendirilen gelişmeler bölge insanı için gerçek bir cehenneme dönüştü.
İşgal altına düşen Suriye/Irak gibi ülke halkları kültürel aşağılanmadan, aşağılık insan muamelesi görmekten ileri gelen şiddetli duygulara sahip oldu. Onuru kırılan, aşağılanan kitleler ve zalim uygulamalar terör örgütlerinin arayıp da bulamayacağı bir zemin yarattı. İşgale uğrayan ülkelerde devlet otoritesi azaltılınca da terör örgütlerinin otoriteleri arttı. Bölge ülkelerinin parçalanması, kentlerin yok edilmesi toplumsal birlikteliklerin dağılması büyük bir boşluk yaratmıştır. Bu boşluğu de terör örgütleri doldurmuştur. Özellikle Suriye birbiriyle vekalet savaşı yapan ülkelerin örgütler üzerinden birbiriyle hesaplaştığı bir arenaya dönüşmüştür.
DAEŞ ve diğer terör grupları bölgede kendileri için mükemmel olan siyasi, mezhebi ve kültürel zemini kullanarak kısa süre içinde devletleşmiştir. Bölge insanının terörize edilmesi insanların yaşamını sürdürülebilir kılan şartların işgalle birlikte ortadan kaldırılmasıyla yakından ilgiliydi.
DAEŞ'e gelince bu sıradan bir terör örgütü değildir. Dünyanın her yanına yayılmış bir terör ağı vardır. Sapkın idealleri için kendini öldürmeye hazır binlerce eğitimli mensubu bulunmaktadır. Yüksek örgütlenme düzeyi, mükemmel kamufle olma yeteneği ve teknik kapasitesiyle inanılmaz katliamlar gerçekleştirebilmektedir.
Doğrusu DAEŞ, kendisini Suriye'de vuran her ülkeyi başkentlerinde vuracak adanmış militanlara sahiptir.
ABD önderliğinde DAEŞ'e karşı uluslararası koalisyona ABD, Fransa ve Türkiye gibi ülkeler dahildir. Bu ülkeler DAEŞ mevzilerini ciddi biçimde bombalamaktadır. Rusya da son günlerde DAEŞ ile birlikte rejim karşıtı güçleri bombalamaktadır. Koalisyon güçleri DAEŞ'i bölgede önemli ölçüde geriletmeye başlamıştır.
Suriye ve Irak'ta IŞİD'e karşı koalisyon güçleri, yürüttüğü hava harekâtından sonra kara harekâtına da başlayacaklarını açıklamışlardır. Bu durum DAEŞ'i harekete geçirmiştir.
DAEŞ kendisine karşı askeri harekât yürüten koalisyon ülkelerine terör eylemleriyle karşılık vermektedir. Örneğin; Rus uçağının düşürülmesi Rusya'nın DAEŞ'e yönelik bombardımanına yönelik bir misillemeydi.
Suruç ve Ankara'daki Gar'da yüzlerce insanın ölümüne neden olan canlı bomba eylemleri de Türkiye'nin ABD ile birlikte DAEŞ'e karşı takındığı tutuma yönelik bir karşılıktı.
Paris'teki eylem ise doğrudan Fransa'nın Suriye'de DAEŞ mevzilerini bombalamasına yönelikti. Hatırlanacağı gibi Fransa 8 Ekim'de Rakka'ya yönelik çok şiddetli bir hava saldırısı düzenlemişti. Diğer yandan DAEŞ'in Paris'i, "müstehcenliğin ve fuhşun başkenti" olarak görmesi de hedef yapmasında önemli bir etkendi.
G20 Zirvesi'nin toplanmasına bir gün kala Paris katliamının gerçekleştirilmesi de önemlidir. Zamanlaması itibarıyla Paris saldırısı DAEŞ'in G20'ye yönelik bir meydan okumasıdır. Paris'teki vahşi terör de DAEŞ'in bölgede elde ettiği kazanımları muhafaza etmek için Fransa özelinde koalisyon güçlerine verdiği gözdağıdır.
DAEŞ, Paris'teki kanlı terör eylemiyle bütün dünya ülkelerine hiç biriniz hiçbir yerde güvende değilsiniz mesajını vermiş olmaktadır.
Koalisyon güçleri tarafından DAEŞ'e yönelik çok daha etkili bir harekât başladığında bu örgüt teröristlerini dünyanın birçok başkentinde harekâta geçireceğinden kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
Batılı ülkeler uzun süredir, cehennemî bataklığa çevirdikleri Orta Doğu'ya son zamanlarda mülteci konusu olarak bakmak niyetindeydiler. Paris saldırısı DAEŞ'in hafife alınacak sıradan ve rutin bir terör örgüt olmadığını ortaya koymuştur. Paris saldırısından sonra hem AB'nin hem de ABD'nin bölgeyle ve terör örgütleriyle ilgili politikalarını gözden geçirmeleri kendi yararlarına olacaktır!