Paris katliamı ya da "Kurtar bizi PYD"
İsim aramaya gerek yok zaten konulmuşu var:
Fransa'nın 11 Eylül'ü.
Yarın Londra'da olursa benzeri bir saldırı;
"İngiltere'nin 11 Eylül'ü" diye anılır muhtemelen o da...
1 Kasım seçimlerine günler kala Ankara'da yaşadığımız mesela "Türkiye'nin 11 Eylül'ü"ydü.
Bu "adaşlık" halinin -failleri hepsinde de İslam'ı terörize eden yani bir anlamda Ortadoğu'yu sanık sandalyesine oturtan- terör saldırılarının "çapı"ndan, yarattığı "dehşet"in boyutundan kaynaklandığına dönük bir ezber oluşturursanız, sadece kolaycı davranmakla kalmaz, fena halde de yanılırsınız.
***
Hadi biraz hafıza testi:
11 Eylül'ün "gerçek neticesi" neydi?
Ölü sayısı mı?
Yarattığı toplumsal travma mı?
Yoksa kendisini "Tanrı-Kral" varsayan Bush'un "Yeni Dünya Düzeni" kurgusunun pratiğine imkan vermesi mi?
New York, Paris, Ankara, Moskova hiç fark etmez bu "çözüm için sorun yaratma" zincirine eklenen her yeni halka da ABD Dışişleri Bakanı ColinPowell'ın daha 11 Eylül 2001'de Dünya Ticaret Merkezi'ni yıkayan kan kurumadan, 16 Eylül 2001'de Camp David'de yapılan Ulusal Güvenlik Zirvesi'nde söylediği "Bazı hedeflere askeri operasyon düzenleyip bu işi bitirme niyetinde değiliz, mücadele yıllarca sürecek" cümlesini hatırlayın bence.
Powell'ın ruh ikizi Condoleezza Rice çok net ilan etmişti ne istediklerini:
-Fas'tan Basra Körfezi'ne kadar 22 devlette rejim değişimi!
Aldılar mı istediklerini?
Kısmen.
22'yi bulana kadar, "hedef coğrafya"daki son ülkede de"biat rejimi"ni inşa edene, "müstemleke" ibaresini ekleyene dek adının önüne sürecek demek ki;
Sürüyor.
11 Eylül'den sonra Afganistan'ı sıçrama tahtası olarak kullanıp Irak'a pençesini geçirmeye giriştiğinde ABD, -hatırlayın- "BM ve komşuları ile sorunu olmayan, komşularına tehdit oluşturmayan bir Irak"tan başka bir şey istemiyordu Türkiye.
"Resmi tezimiz" Irak'ın toprak bütünlüğünün ve elbette Türkmen soydaşlarımızın korunmasından yana"ydı.
Sonuç:
Türkiye Irak politikasından dolayı tabiri caizse şamar oğlanına döndü. Irak politikası küresel işgalcilerle örtüşmeyen politikacılar, askerler, devlet adamları tasfiye edildi. Nihayetinde de Irak bölündü, Türkmenler yalnız, çaresiz ve perişan...
***
"İç politik cepheleri"mizi birkaç dakikalığına terk edip de şu meşhur "büyük resme" siyasi partilerin, ideolojilerin değil Türkiye Cumhuriyeti'nin penceresinden bakabilirseniz fark etmemeniz mümkün değil; aynı hamlelerle bu kez "Suriye politikası"ndan dolayı karşı karşıyayız.
Türkiye, AKP eliyle ilk düğmeyi yanlış iliklediğinden bir daha bir türlü iflah olamadı Suriye konusunda; bu iktidarın, mevcut Başbakan'ın, bir önceki Başbakan'ın hepsinin vebali büyük bu ateşin bizi de yakıyor olmasında; o ayrı. Ama madalyonun diğer tarafı, "olan olduktan sonra" bize kalan durum şu:
Türkiye bu kez de "Suriye politikası"ndan dolayı tokatlanıyor sağlı sollu... Türkiye'yi yönetenler bu kez de "Suriye politikası" yüzünden küresel tepkilerin odağı...
Ve tabii ki tesadüf olmayan biçimde, Suriye'nin burnunun dibinde yapılan G-20 zirvesinden hemen önce zuhur eden "Fransa'nın 11 Eylül'ü"nün öngörülebilen en net sonucu;
Irak'ta "merkezi otorite" ve kaosta palazlanan "radikaller(!)"e karşı "Kürt kartı"nı oynayan uluslar arası sistem, Suriye'de de aynısını yapacak; Irak'ta Barzani'ye verdiği rolü(dolayısıyla açtığı alanı) bu sefer PYD/PKK'ya tanıyacak...
Sonrası mı?
Alışmayalım diye sıkça tekrarlamak da istemiyorum ama; "Suriye Kürdistanı".
Paris'e geçmiş olsun tabii ama;
Türkiye'ye çok geçmiş olsun aklını başına almazsa tez zamanda!
Havada "işgal" kokusu var...
*
Ellere var da bize yok mu(!)
Her yönüyle, ciddi olarak incelenmesi gereken "ilginç" bir ülkeyiz.
Reyhanlı için "hep birlikte" ağlayamadık, Soma için "hep birlikte" ağlayamadık, Van için "hep birlikte" ağlayamadık, Suruç için "hep birlikte" ağlayamadık, Ankara için "hep birlikte" ağlayamadık; her gün gelmeye devam eden şehitlerimiz, hepimizin çocukları için "hep birlikte" ağlayamıyoruz ama "#Paris için ağlıyoruz";
Dünün etiketi bu!
Paris için "de" ağlayalım tabi; bir restoranda yemek yerken, konser salonunda müzik dinlerken, maç izlerken, sıradan, insani, masum eylemlerde bulunan insanların katli, o insanların aidiyeti, tabiyeti ne olursa olsun -insani hasletlerimiz felce uğramamışsa eğer- üzmeli elbette bizi.
Ama dünyanın herhangi bir yerindeki "terör kurbanları"nın dinini, dilini, ırkını,ideolojisini didiklemeden yas kabiliyetine shaibiz madem kendi milletimizin, kendi ailemizin içinde neden sergileyemiyoruz bu erdemi?
Devletin zirvesinden "sokaktaki vatandaş"a kadar hepimiz; kendi başımıza geldiğinde bile neden ölenler "Sünni kardeşlerimiz" mi yoksa kardeşlik hukuku geliştirmesek de olur dediğimiz Alevi, Nusayri, Caferiler mi diye bakıyoruz taziyemizi bildirmeden önce? Neden yüreğimizin fren pedalına basılı tutuyoruz hangi açılımdan yana mı değil mi anlayana kadar? Neden mesela gencecik bir çocuğun "ülkücü" olduğunu öğrendiğimiz andan itibaren "müstehak" kademesine atlayıveriyor ölüm? Neden tecavüze uğramış bir kız çocuğunun bile mezhebini ifşa ihtiyacı duyuyoruz? Neden katile katil demek için yandaş mı muhalif mi bilme ihtiyacı hissediyoruz önce?
Niye ellere gösterdiğimiz o yüce gönül yerin dibine giriyor kendi vatanımızda her görmeye/hissetmeye muhtaç olduğumuz hadise de?