‘Paralel devlet’’ paralel aptal’ ister!

1991’deki Birinci Körfez Savaşı’nın savaşmadığımız hâlde yenilenlerinden biri olmuştuk... Özal yönetiminin ABD lehine büyük fedakârlığı Türkiye’ye hiçbir kâr sağlamamıştı... Türkiye kimsenin öylesine umurunda olmamıştı ki, ülkeleri Saddam Hüseyin’in 19. vilayeti olmaktan kurtarılan Kuveyt’in El Sabah hanedanı, savaş sonrası Batı medyasına verdiği teşekkür ilanlarında ilgili ilgisiz bir çok ülkeyi sıralarken, Türkiye’yi listeye bile almamıştı...
Tek kaybımız bu değildi tabii ki!.. Bush yönetimi, sarsılan Bağdat otoritesine Irak’ın kuzeyini yasaklamıştı... 36. paralelin kuzeyi ‘uçuşa yasaklı bölge’ hâline getirilmiş, Saddam’ın hükümranlık alanından koparılmıştı... İşgal güçleri bu yasağın uygulanmasını ve denetimini Türkiye üzerinden yapacaklardı ve topraklarımızda bu amaçla Çekiç Güç mevzilenmişti...
Üniter yapıyı koruma anlamında Türkiye’yi tehdit edecek denetim dışı bir ‘bataklık’ oluşuyordu ve bunu görmesi gereken iktidarlar, ‘büyük devlet aklı’na sahip olmanın değil, sözde ‘müttefik’liğin gereğini yaptılar ve Kuzey Irak’ı bugünlere taşıyacak statü ince ince işlenirken, Çekiç Güç’ün görev süresini TBMM’de uzattıkça uzattılar...
Baba Bush yönetiminin oluşturduğu caydırıcılık sayesinde Bağdat’ın denetim ve tehdit alanının dışında kalan Kuzey Irak’ta, bölgeyi önce otonomiye ve daha sonra bağımsızlığa taşıyacak gelişmeler biri birini takip ettikçe, Türk milletinin tedirginliğini bastırmak isteyen iktidarlar ‘kırmızı çizgilerimiz’ olduğuna dair, pratiği asla görülemeyecek ‘üfürmeler’e yeltendiler...
Bizimkilerin dilinde ‘kırmızı çizgi’edebiyatı sürerken, Kuzey Irak’ta başka bir gerçek taş üstüne taş koymaya başladı... Daha önce onlarca yıldır kendi aralarında yaşadıkları savaşlarla bilinen ve Türkiye’nin himmetine muhtaç aşiretler, bir araya geldiler... Barzani’nin IKDP’si ile Talabani’nin IKYB’si ’ortak amaç’uğruna eski düşmanlıkları sona erdirdiler... Süleymaniye-Erbil ittifakı dışında bu bataklığın en çok fayda sağladığı örgütlerden birisi de PKK oldu... Türkiye’nin ve bazen İran’ın ‘kısmî’ sınır ötesi ve operasyonları dışında kimsenin karışmadığı geniş alanlara, yerleşim birimlerine ve daha korunaklı yeni kamplara kavuştu...
Bu öyle sinsi bir süreçti ki, Irak’a ikinci müdahaleden sonra, yani ’yolun ortası’nda birisini Irak’ın cumhurbaşkanlığına, diğerini ‘şimdilik’ bölgesel federasyonun başkanlığına, bir diğerini de Türkiye Cumhuriyeti’nin muhataplığına taşıyacaktı... Tribünlerin gazını almak için ‘kırmızı çizgi’ lâfını ağzından düşürmeyen bir çuval Dışişleri Bakanı gelip geçiyordu, ama politika değişmiyordu... Kırmızı çizgilerle birlikte, bu topraklarda tutunmanın tarihî zorluğunu bilmesi gereken ‘siyasî akıl’ bile buharlaşıyordu...
Son çeyrek yüzyılın özetidir bu... Daha önce bir kaymakamımızdan T.C. pasaportu teslim alınca mutlu olan aşiret reisleri, seyirci kaldığımız, bazen de onay verdiğimiz pek de uzun olmayan bir yolculuk esnasında “Topraklarımız Türk ordusuna mezar olur, bir kedi bile vermeyiz” derecesine ulaştılar... Burnumuzun dibinde peşmerge ekselanslaştıkça bunun Irak’ın bir iç işi olarak kalmayacağını sezemeyen iktidarlar, şimdi Kuzey Irak’ta ‘Öcalan’a özgürlük’ çağrısında da yapıldığı ’dört parçalı Kürdistan’ın temsil edildiği o toplantının pay sahibidirler ne yazık ki...
Açılım süreciyle birlikte, sanki meşrû bir devlet organıymış gibi sahaya inen ve kendisini ‘yeni asayiş’ ilan eden, hatta arabaların üzerine ‘asayiş’ yazan ve hâlen kâğıt üzerinde ‘tedavül’deki devletin içe kapanmasından cesaret bulan şımarıklık, artık bir güneydoğu gerçeğimiz... Ama buna rağmen, akan kanın durduğunu söyleyen ve her şeyin iyiye gittiğini öne sürerek, oluşturulmak istenen ‘paralel devlet’i fark etmeyecek ‘paralel aptallar’arayan bir kafa var; televizyonlarda, kürsülerde!..

Yazarın Diğer Yazıları