Gazete Duvar’dan Ceren Bayar’ın sorularını yanıtlayan Özgür Özel, CHP’nin önündeki kritik sürece ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Özel’in açıklamalarından satır başları şöyle:
SEÇİM YENİLGİ DEĞİL
Cumhuriyet'in yüzüncü yılındaki bu seçime çok büyük önem atfettik. Bizlerde ve seçmenimizde yıkım yaratmasının sebebi de hak ettiği şekilde bu seçime büyük bir anlam yüklememiz ve önem atfetmemizdi. O yüzden de herhangi bir seçim yenilgisi değil.
MÜZAKERE YÖNTEMİNE SEÇMEN İTİRAZ ETTİ
Bazı şeyleri seçmenimize iyi anlatamadık. Mesela yaptığımız ittifak aslında stratejik ve sayısal bir ittifak. Seçim kanunu değişince yapılması gereken listelerde ortaklaşmaktı. Siz aslında listenizin örneğin dördüncü sırasını kesip öbür partiye yolluyorsunuz. Listenin o sırasının o partiye ait olduğunu, yapılan işin stratejik ve aritmetiksel bir ittifak olduğunu, bir siyasal ittifak olmadığını anlatamadık. Belki onlar ilan etmeliydi. Listeler bizim ağzımızdan duyulunca seçmen “Bana buna niye oy verdirtirsiniz” gibi bir reflekse girdi. Seçmen bu refleksi gösteriyorsa biz bunu doğru anlatamadık demektir.
Demek ki ne olmalıydı? İttifakın bir iç hukuku olmalıydı. Bu iç hukuk çok önceden ilan edilmeli ve herkes biliyor olmalıydı. “Seçimden önce belirli aralıklarla üç firmanın yapacağı toplam altı anketin aritmetik ortalamasını alacağız buna göre milletvekili dağılımına karar vereceğiz” diyebilirdik. Ölçme değerlendirme yerine müzakere yöntemini benimsemiş olmamız hem seçmenin itirazına hem de seçimin sonuçlarıyla uyumsuz bir dağılıma sebebiyet verdi.
GENEL BAŞKAN İLE GÖRÜŞTÜK
Ancak meseleye “yıllarca vekaletini yürüttüğü, kendisine çok güvenen birisine karşı aday oluyor” diye bakıyorlarsa ben sadece şunu söylüyorum, Genel Başkan’la benim açıklamamdan sonra bir araya geldik ve geçmişte olduğu gibi son derece samimi, son derece yapıcı ve birbirine saygılı bir çerçevede geçti görüşme. Ne Genel Başkan’da bir kırgınlık var ne bende. Açıklamalarımın ertesi günü baş başa haftalık görüşmemizi yaptık. Bu meseleye ilişkin güvensizlik, saygısızlık, etik olmama gibi bir çıkarımı yok.
Ben Grup Başkanı olarak “Genel Başkan'dan bağımsızlığımı ilan ettim, Genel Başkan’a kafa tutuyorum, bayrak açıyorum” gibi bir şey söz konusu değil. Ben değişim sürecinin sağlıklı tartışılması gerektiğini, bunun kişilere indirgenmesinin Genel Başkan’a da haksızlık olacağını, günü geldiğinde sorumluluk almaktan da fedakarlık yapmaktan da kaçmayacağımı söyledim.
Partinin de değişim tartışmasının içinde herkesin pozitif katkı vermesine ihtiyacı var. Kimsenin kimseye düşman olmasına veya kimsenin kimseye rakip olmasına gerek yok. Bizim Genel Başkanımız böyle yapmıyor. Yapmayacağını düşündüğümüz için Cumhurbaşkanı adayımızdı. Türkiye'yi kutuplaşmadan kurtarıp, kucaklaştıracak dediğimiz kişinin partiyi kutuplaştırmasını kimse beklemesin. Avrupa'da da birçok sosyal demokrat partide partilerin grup başkanları ve genel başkanlarının farklı çok ayrıntılı tartışmaları, zenginleştirerek sürdürdükleri pozisyonlar var. Ve bu sosyal demokrat partilerin zaafı değil gücüdür. Birisi kurultayca seçilen organ, birisi halkın seçtiği milletvekillerinin seçtiği grup başkanı. Birbiriyle dayanışan, tartışmaları farklı açılarda sağlıklı yürüten ve birbirlerine güç veren yapılardır. Bir hiyerarşi soruyorlarsa partinin genel başkanı bütün üyelerin üzerindedir. Ama partinin Grup Başkanı'na “Senin bu ifaden etik değil” teknik ve siyasi gerçeklikten de dünya örneklerinden de kopuktur. Dünya bakışı olarak da sağ bir bakış açısıdır.
Adaylıkla ilgili açıklamalarınızın ardından Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığınız görüşmede bir kırgınlık olmadığını söylediniz. Bu görüşmeye ilişkin aktarabileceğiniz başka detay var mı?
Son derece yapıcıydı. Sitem eden bir noktada değildi. Ama beni koruyan ve kollayan bir tutumu vardı. Bu süreçte neleri yapmamın doğru, neleri yapmamın yanlış olabileceğine dair yapıcı uyarıları oldu. Bunun “adaylığımı destekliyor, akıl verdi” gibi anlaşılmasından korkarım. Herhangi bir başka arkadaşımız, benim gibi bir açıklama yapsa ondan da esirgemeyeceği, tecrübesine dayanan birtakım tavsiyeleri oldu.