Özgecan’ın anıtı dikilmeli
Denilebilir ki ölüm; insanları en etkileyen, en sarsan, en üzen ve sonunda en düşündüren olayların başında geliyor. Hatta çoğu ölümler, eğer trajik bir şekilde vuku bulmuşsa, müthiş bir paniğin ve öfkenin yanı sıra, “birleştirme” özelliğine sahip oluyor.
Özellikle; “taze çiçeklere”, “genç fidanlara” kıyılması ortamı fırtınaya çevirebiliyor. Gerçekten de nedeni ne olursa olsun, bir insanın katledilmesi, şiddetin ve vahşetin doruk noktası oluyor.
Üstelik; Yüce Allah’ın verdiği canı almak, günahların en büyüğünü de oluşturuyor.
Ne var ki canavarlaşan bu “cani mahlûklara” karşı diğer hemcinslerinin birleşmesi daima “ortak” vicdan oluşturuyor. Kaldı ki tecavüze direndiği için, defalarca bıçaklanarak öldürüldükten sonra yakılan Özgecan Aslan’ın yitirilmesi, neredeyse dostu-düşmanı yan yana getirmiş bulunuyor.
Ayrıca, medyanın belki de yıllardan beri takındığı ortak tavır, şimdiden Türk basın tarihinde yerini alıyor. Polislerin, gösteri yapan gençlere megafonla destek verdiği bir ortamın yaratılması, aslında Özgecan’a gösterilen merhametin, sevginin ve duyulan elemin ortak paydasını teşkil ediyor.
Nereden bakılırsa bakılsın, Özgecan olayının yıllardan beri ilk defa iktidarı muhalefeti yan yana getirirken, medyayı da etkilemesinin üzerinde uzun uzun durmak gerekiyor.
Her ne kadar, “kadın” ile ilgili ekilen çirkin ve tartışmalı tohumların, böylesine bir ortam yaratacağı, her zaman uyarılara neden oluyorsa da ne yazık ki kadınlarımız hunharca öldürülüyor.
Geçtiğimiz yıl, 294 kadının öldürüldüğü ve 142 kadının tecavüze uğradığı bir Türkiye’de böylesine dehşet verici cinayetlerin tekrarlanmaması için, herkesin üzerine düşen görevi ciddiyetle yapması icap ediyor. Resmi rakamlar, kadın cinayetlerinin 7 yılda yüzde 1400 artış gösterdiğini doğrularken; Ajans Press’ten alınan verilere göre bu süreçte medya gündeminde yüzde 250’lik artış görünüyor.
Nitekim; Cem Garipoğlu tarafından öldürülüp, parçalara ayrılarak; çöp konteynırına bırakılan Münevver Karabulut, aradan yıllar geçmesine rağmen, hafızalardaki yerini hâlâ koruyor.
Her şeyden önce, kadın erkek eşitliğinin değerlendirilmesi, eşit hakların verilmesi öncelikle iktidara düşüyor.
Medyanın da bu eşitliğin bozulmaması için daima denetim görevini yapması öncelikli yer alıyor. Yani medyaya büyük bir görev ve sorumluluk yükleniyor.
Ancak, kadın aleyhindeki söylevler ve tavırlar yüzünden liselerde bile, “mini etek” avı gerçekleştiriliyor.
Yeri gelmişken, Tarsus’ta sembolik bir anıtının açılmasını önerdiğimiz Özgecan Aslan’a, Yüce Allah’tan rahmet öncelikle anne, baba ve akrabalarına başsağlığı ve sabır dilemekte bir başka görevimiz oluyor.
Bu arada, ölümün çoğu kez insanları birleştirdiğini buluşturduğunu bir kez daha hatırlatarak, Cumhuriyetin divası Müzeyyen Senar’ın rahmeti rahmana kavuşmasının da Türkiye’yi sarstığı hatırlanıyor. 90’ı aşan yaşlarda dünyaya “elveda” diyen Müzeyyen Senar’a da büyük çoğunluğun “burukluk” içinde Fatihalar okuduğu biliniyor.
Yani, ardı ardına iki ölümün Türkiye’yi salladığı ve kadının değerini ortaya çıkarıyor. Öte yandan, şiddet kurbanı Yılmaz Koçyılmaz ve Nuh Köklü meslektaşlarımızın da yaratılan “nefret ortamı”ndan canlarını yitirdikleri belirtiliyor.