Oyuncak ayıya sarılıp uyuyan kız

Oyuncak ayıya sarılıp uyuyan kız

Yaklaşık 10 yıl önce "Kanatsız Kuşlar" adını taşıyan bir kitabım yayınlandı. Kitapta babalarıyla çocuk ve ergen yaşlarında sorun yaşamış çeşitli sınıf ve gruplara mensup kızların büyüdüklerinde bu alanda başlarına neler geldiğini irdelemiştim öykülerle. Yaşanmış olaylardı bunlar. Kitapta yer alan öykülerin sahiplerini dinlerken sıkıntılar çekmiştim. Zaman zaman gözlerim dolmuş, boğazım sıkışmış, şaşırmış, ürpermiş, kendi hatalarımla yüzleşirken bulmuştum kendimi. Zira karşımda hiçbir zaman büyümeyecek olan, acılı bir çocukluğa mahkum "küçük kızlar" vardı. Babalarından alamadıkları sevgi için çok yanlış seçimler yapmışlardı. İlgi görmedikleri için babalarından, hiç olmayacak insanlardan beklemişlerdi bunu. Gönül dolusu kucaklanmadıkları için babaları tarafından, soysuzların gaddarlıklarına maruz kalmışlardı. Hep sevilmek, ilgi görmek istemişlerdi. İçlerinde ilgisiz babalarının açtığı o derin boşlukları doldurmak için didinip durmuşlardı. Bir yudum sevgi peşinde dilenciye dönmüş, mutsuzluğa mahkum olmuşlardı. Onları dinlerken sanki elimle uzansam tutacağım kadar somut acılar vardı karşımda. Ve elbette bunun dinleme aşamasından sonra bir de yazımı vardı. Ve yazarken yalnızdım doğal olarak. Zira yazarlık tek başına yapılan bir işti. İşte o zamanlar sıkıntı daha da büyüyordu. Hikayesini kaleme aldığınız insanın yerinde siz oluyordunuz çünkü. Ve acıyı katmerleştiriyordu bu durum...

Diyeceksiniz ki neden anlattın bunları usta, bu bayram gününde... Geçenlerde, bu "küçük kızlar"dan biri, "Biliyor musunuz, 36 yaşındayım ve hala oyuncak ayıma sarılarak uyuyorum" demişti de...

İyi bayramlar efendim...

***

BEYEFENDİ

Risksever bir adam olarak...

Hayatının hemen her döneminde sert, bazen de geri dönüşü olmayan, zaman zaman acı ve zarar verecek sonuçlara gebe kararlar almak zorunda kalmak, onun dünyasında normal bir durumdur. Onun için başına geleceklerden yakınıp durmak yerine, yeni kararlar almak zorunda kalacağı yeni bir yol ayrımına dört nala koşmaya hazırlar kendini. Geçenlerde yine bir karar aşamasındayken, bir arkadaşına vaziyeti anlatma ihtiyacı duydu. Aslında olası riskleri hesaba kattığını, ne kadar ileriye gidebileceğini, nerede kendine dur demesi gerektiğini, en kötü durum senaryosunun ayrıntılarını kafasında yerli yerine oturtmuştu. Ama yine de akıllı bir adamdan fikir almak gerekiyordu. En azından atacağı adıma onay... Evet, dedi, onay...

Bir cigara içimlik sürede, belki de iki cigara diyelim (ki sigarayı içen o değildi) derdini anlatabilirdi. Kısa ve net cümleleri severdi ne de olsa. İki dakika konuşur, muhtabına daha çok zaman tanır ve dikkatle dinlerdi anlatılanları. Böyle oldu geçen gün de.

Projesini nakletti ana hatlarıyla. Dostu dikkatle dinledi. Ve düşündüklerini anlattı. Elbette riskleri de. Ardından bir cümle daha kurdu arkadaşı:

"Ben kolay kolay risk alamam. Ama sen zaten daha önce defalarca riski göze aldın. Projen akıllıca, keyifli geldi bana. Ama dediğim gibi riskler de var. Eeeee, risksever bir adam olarak muhtemelen kararı verirsin artık."

Kararı zaten verdiğini söyledi arkadaşına. Seni gergele der gibilerinden bakarken yüz hatlarına gülümsedi arkadaşı.

Ve, "Hayatım boyunca risk almış ve bedel ödemişim. Ama arkadaşımın, 'Sen defalarca riske girdin zaten' sözü epey ürküttü yine de" diye mırıldandı Beyefendi...

***

İŞTE O KADAR

Bir ilişkiyi duygularınla başlatırsın, ama ancak aklınla sürdürebilirsin.

***

OKUYUNUZ

basliksiz-4-017.jpg

Victor Hugo, 1829 yılında yayımlanan "Bir İdam Mahkûmunun Son Günü"nü yazdığında 26 yaşındaydı. Genç Hugo, ölüme mahkûm bir insanın son gününü ustalıkla anlatarak idam cezasına karşı bir protesto hareketi başlatmayı amaçladı ve başardı. Bugün birçok ülkede idam cezası kaldırılmışsa, Hugo'nun bunda payı olsa gerek. Modern edebiyatın ilk iç monoloğuyla karşılaştığımız eser, kahramanının da dediği gibi, bir tür "zihinsel otopsi".