Otomobil uçar gider gönlüm gibi geçer gider
Hiçbir yere bağlanmayı, orada kök salıp kalmayı millet olarak sevmeyiz. İlla da ayaklarımız yerden kesilecek, illa da gözümüzün aldığına, gönlümüzün kandığına gezip dolaşacağız. Otomobil, bizlerin gezme tutkusunu yerine getirdiği için, onu çok sevdik
Gezginci milletizdir vesselam!.. Oldum olası, büyüklü - küçüklü gezmeyi severiz. Hiçbir yere bağlanmak, orada kök salıp kalmayı sevmeyiz. İlla da ayaklarımız yerden kesilecek, illa da gözümüzün aldığına, gönlümüzün kandığına gezip dolaşacağız. Bu bizim milletin genlerinde olsa gerek. Bu yüzden 60’lı, 70’li yıllar; bu milletin otomobillere olan aşkını anlatan pek çok öyküyle doludur. Otomobil, bizlerin gezme tutkusunu yerine getiren bir araç olduğu için, onu çok sevdik. Rüyalarımızı, hülyalarımızı, gönlümüzü hep otomobiller süsledi...
Neler yoktu ki bu rengarenk, sihirli hayal dünyamızda: Chevrolet, Buick, Cadillac, Oldsmobile, Plymouth, Pontiac, Chrysler, Dodge, Ford Mustang...
Hız kesmeyen üretim
Chevrolet bizler için bir efsaneydi. Sıra sıra 1955, 1956 ve 1957 model Chevrolet’ler... Hele hele 1957 model tek kapı, direksiz Chevrolet biz gençler için vaz geçilmez bir tutkuydu. Bu model otomobillerde “direksiz” tabiri; ön ve arka camların yekpare oluşundan, metal bir çubukla ikiye bölünmemesinden kaynaklanırdı. Böylece otomobilden dışarıya geniş açıyla bakar, dış dünyayı bir bütün halinde gördüğünüz. Bu ise, insana büyük bir güven duygusu, dolayısıyla da mutluluk aşılardı.
Bunların arka kaputu kaz kanatları gibi iki yana açılır, ön kaput üzerinde ise füzeyi andıran iki aksesuar bulunurdu. Ön panellerde ise geniş, kanatlanmış gibi “v” şeklinde Chevrolet armasını taşırdı. Bu şekliyle uzaktan bakıldığında adeta “Baytekin” çizgi romanından dışarıya fırlamış uzay araçlarını andırırdı. “Tek kapılı” olması da, arka koltuklar hizasında kapı bulunmamasından dolayıydı. Arkada oturmak isteyenler; mutlaka ön koltuğu öne eğer, arka koltuğa öyle geçerdi. Bu da zahmetine rağmen, insana ayrı bir haz verirdi. Ön koltuğu eğip, binbir itina ile arka koltuğa geçerdiniz. Ancak; bu durum insanın hayal dünyasında, saklı-gizli bir iş yapıyorsunuz izlenimi verirdi. Hani her çocuğun, zaman zaman başkalarından kaçarak kendi dünyası ile baş başa kaldığı, gözden ırak yerlere çekilmesi gibiydi. Chevrolet, o yıllarda başta Amerika olmak üzere bütün dünyadaki liderliğini kaptırmak niyetinde değildi. O yüzden birbiri ardına bizleri hayran bırakan otomobilleri piyasaya sürdü.
1964’ve 1967 Impala’yı piyasaya sürdü. Bununla da kalmadı, Chevrolet’nin en vahşi spor modelleri olan Corvette ve Camaro’yu da Türk insanının beğenisine sundu. Pontiac ise buna karşılık 1975 yılında Transam’ı hayata geçirdi. Transam, genellikle kırmızı renkte olurdu. İçi beyaz deriyle kaplıydı. Ön kaputta siyah renkte kocaman bir kartal amblemi vardı. Lastikler’de beyaz yazılarla Uniroyal yazısını okumanız mümkündü. Artık mahalle aralarında, ufak çocukların hayranlıkla peşinde koşabilecekleri yeteri kadar otomobil vardı. Sadece çocuklar mı; bu otomobillere binmek için kız-erkek her genç can atardı.
Araba sevdası
Malum; “Araba Sevdası” Recaizade Mahmud Ekrem’in 1898 yılında yayımlanan bir romanıdır. Eser, Türk edebiyatında ilk gerçekçi (realist) roman örneği olarak tanınır. Romanın kahramanı Bihruz Bey, o dönemin burjuva gençleri gibi Fransız kültürüne hayran züppe biridir. Bu mirasyedi gencin en büyük özelliği; mesire yerlerinde lüks arabasıyla gezip, çevredeki hanımları ayartmaktır. Bir gün yine Çamlıca’da arabasıyla dolaşırken, Periveş adlı bir hanıma rastlar. Ona aşık olur. Peşine düşer, ancak onun sandığı gibi yüksek bir aileden olmayıp tersine düşkün bir kadın olduğunu anlar ve Periveş’le yanındaki Çengi Hanım’ın hakareti ve gülüşmeleri arasında kalakalır. Evet 19. asırda araba sevdası, insanları bu hale düşürür... 20. asırda da otomobil sevdası insanları, insanımızı daha da zor durumlara düşürecektir. Bizim yaşadığımız o dönem de başkalarının otomobillerine binmek için can atanların hazin hikayeleri ile doludur. Ancak “Bu otomobillere binenlerin hiç biri mutlu olmadı mı” diye bir soru aklınıza gelebilir. Mutlu olanların otomobilleri, mutlaka nikah salonunun önünden geçmiştir. Bu otomobillerden bazıları damat tarafından ödünç alınmıştır, ama bu durum yine de mutluluklarına gölge düşürmemiştir. Bir dönem toplumu histeri nöbetlerine düşüren “yabancı otomobil sevdası”, yerli otomobillerin üretimiyle düşecektir.
1852’den bugüne ilkler
* İlk dünya otomobil hız rekoru 63 km ile 1903’te A.Winton marka otomobilden geldi.
* Osmanlı İmparatorluğu’nda kamu hizmetleri için ilk kez 1909’da otomobil kullanıldı.
* 1923 yılında İstanbul’da ilk defa üç adet yangın söndürme aracı (arazöz) satın alındı.
* 1931 yılında İstanbul Belediyesi ilk kez üç tane Renault marka minibüs aldı. Bu minibüsler Taksim-Beşiktaş hattında çalışmaya başladı.
* 1908’le 1914 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun İzmir, Bursa, Adana gibi büyük şehirlerinde toplamda 150 araç bulunuyordu.