Osmanlı'dan Cumhuriyet'e devrolunan yoklar, yokluklar...
Bilgisiz Osmanlı hayranları iyi okusunlar bu yazımızı... O abartıp kabarttıkları Osmanlı'dan Cumhuriyet'e hangi varlar, hangi yoklar devrolunmuştu, görsünler...
Atatürk bunun yanıtını 19 Ocak 1923'te İzmit'te halka yaptığı konuşmada ana hatlarıyla vermişti aslında:
"Memlekete bakınız! Baştan sona kadar harap olmuştur. Her taraf viranedir, baykuş yuvasıdır. Memlekette yol, memlekette hiçbir uygar kurum yoktur. Memleket ciddi düzeyde viranedir; memleket acı ve keder veren, gözlerden kanlı yaş akıtan feci bir görünüm arz ediyor. Milletin refah ve mutluluğundan söz etmek mümkün değil. Halk çok yoksuldur. Sefil ve çıplaktır."
Genel çerçeve böyle, ayrıntıları ise daha da dehşetli ve çarpıcı:
-Toprağı işleyecek, tarımı ilkellikten kurtaracak insan gücümüz cephelerde eriyip yok olmuştu.
-Sanayi diye bir şey yoktu. Kalifiye işçi ve ustaların sayısı birkaç yüz kişiyi geçmiyordu. 1921 yılı sanayi sayımında, el sanayi işletmeleri, yani tamirhaneler ve küçük esnaf dâhil, 33.085 iş yeri vardı. Bu iş yerlerinde, çıraklarla birlikte 76.216 işçi çalışıyor ve her işletmeye 2-3 işçi düşüyordu.
-Yeraltı zenginliklerimizi işletmek bir yana, neyimiz olduğu dahi bilinmiyordu.
-Kapitülasyonlar ve dış borçların ağırlığı altında, Düyun-u Umumiye ile yabancı ülkelere tam anlamı ile bağımlı duruma düşürülmüştü.
-Harpten evvel ve harpten sonra İstanbul ve büyük şehirler, Amerika ve Rus buğdayı yiyorlardı. Hatta bunlar hazır un halinde gelirdi. Samsun'da Hindi-çini pirinci, Merzifon pirincine rekabet ederdi. Rusya kereste, Marsilya kiremit, Yunanistan çimento, Napoli makarna, Pire konyak, Avusturya maden suyu ve bütün memleketler iğne iplikten tutarak her türlü maddeler gönderiyorlardı. İstanbul'dan başlayan ve bir ucu Ankara'da, diğer ucu Pozantı'da biten iki yorgun demiryolunda lokomotifler, benim gördüğüm, odunla hatta söğüt çırpılarıyla işliyorlardı. (Şevket Süreyya Aydemir'den)
-Orta Anadolu'dan İstanbul'a 1 ton buğdayın nakliye bedeli 8,8 dolarken, New York'tan İstanbul'a 1 ton buğday 5 dolara geliyordu.
-Köylere daha Tanzimat bile girmemişti. Kırk bin küsur köy -belki birkaçı dışında- tümüyle Orta Çağ'ı yaşıyordu. Köylü sıtmadan kırılıyordu. (...) Hiçbir evde akarsu, helâ, yıkanma yeri, mutfak yoktu. İçme suyunun sorun olduğu birçok köy bulunuyordu. Yetersiz beslenme nesilleri kemirip çürütmekteydi.
-Cumhuriyet kurulduğunda 39 il ve sancakta 1.764'ü açık, 581'i kapalı, 2.345 ilkokul ve bu okullarda görevli 3.061 öğretmen var. Köylerdeki öğretmenlerin bir kısmı ilkokul mezunu bile değil. İlkokul çağındaki çocukların yüzde doksanından fazlası okul ve öğretmen yüzü göremiyor.
-1924 yılına gelindiğinde Türkiye'deki yabancı sermaye, 94 işletmenin denetimini elinde tutuyordu. Bunların 7'si demiryolu şirketi, 6'sı maden işletmesi, 23'ü banka, 11'i belediyelere ait imtiyazlar, 12'si sınai işletme ve 35'i ticari şirketti. Bunların millileştirilmesi için gereken büyük sermayeler ise henüz bulunmuyordu.
-İstanbul'un ihracat ve ithalat işleriyle Türk'ün alakası yoktu... Yabancı uzmanların çalıştığı Yıldız Çini Fabrikası, Haliç'teki askeri Feshane fabrikası, Karamürsel ve Hereke fabrikalarından başka bütün memlekette Türklüğe mal edilebilecek endüstri tesisi yoktu. (Falih Rıfkı Atay'dan)