Osmanlı Sefiri ile Abdullah Gül'ün hicap veren farkı!
Abdullah Gül, Fehmi Koru ve benzerlerinin ittirmesi ile Özal’a benzemek için çırpınıyor ama nafile!
Bırakın Turgut Özal’ın kalibresinde olmayı, bizeAhmet Necdet Sezer’i mumla aratıyor.
Niçin mi böyle?
Abdullah Bey mesela Tayyip Erdoğan misali kendi değil, alafranga tanzimatçılar misali hep başkalarına özeniyor. Öyle olunca da zerre bir seda bırakamıyor.
Açılım fantezisi adına Gaziantep büyüklüğündeki sefil Ermenistan’a gidip Türkiye’nin gururunu incitirken, soydaş Azerbaycan’ın yüreğini dağlıyor!
Yakında güzel şeyler olacak deyip Kürtçülere bayram yaşatırken, terörle mücadele eden kahramanların şevkini kırıyor!
Türklere değil PKK’lıları, Kürt bir kedi bile vermem diyen peşmerge dönmesi ABD patentli Irak Cumhurbaşkanı Talabani’yi bağrına basıyor!
Evet Abdullah Gül kendi kendine Ortadoğu’nun barış misyoneri havalarında pozlar atarken, İsrail Cumhurbaşkanı Perez Avrupalı liderlere verdiği bölge sorunları ile ilgili yemek için kendisine davetiye dahi göndermiyor!
Ecdadın yani Osmanlının asırlarca yönettiği bir belde olan Suudi’nin mevcut kralı önünde iki büklüm görüntüler veriyor.
Ve son olarak Fransa’da Türkiye’yi tabir yerinde ise yerin dibine sokuyor!
Koskoca Türkiye Cumhurbaşkanının Paris’de hazır bulunduğu akşam yemeğine bırakın Fransız meslekdaşı, bir bakan bile icabet etmiyor!
Sarkozy ancak, o da Türkiye ile iş yapan Fransız şirketlerin bastırması sonucu Abdullah Gül ile kısa süreli bir öğle yemeğine razı oluyor!
Durun bir dakika, o yemek de şartlı!
Sarkozy yemekte AB konusu açılırsa kalkar giderim diyor yani yemeğe şartlı katılıyor.
Bitmedi...
Fransız medyası Türk Cumhurbaşkanı ile beraber aynı anda PKK Kandil önderi Murat Karayılan’la mülakat yapıp ikisini adeta özdeş sunuyor!
Burada bir parantez açıp açıklayayım.
Cumhurbaşkanlarının yurt dışı gezilerinde istisnasız her saniye, önceden yani günler öncesinden düzenlenir. Hiçbir şey belirsiz değildir.
Hal bu iken Abdullah Bey refüze edileceği kesin olan böyle bir geziye nasıl ve niçin gider ve ülkeyi refüze edilmiş duruma düşürür anlamak mümkün değil!
Dün Güngör Mengi ne güzel yazdı:
Osmanlı Paris sefiri Yirmisekiz Mehmet Çelebi (1720) Fransa’da devletin çok önemli bir törenine davet edilir.
Osmanlı Sefirinin davete cevabı şudur:
“Gelirim ama mutlaka kralın hemen yanında otururum. Aksi takdirde katılmam.”
Fransızlar hayhay der ve Bab-ı Alî sefiri, Kralla eşit protokolde ağırlanır..
Şimdi bir o sefire bir de Abdullah Bey’in tutumuna ve düştüğü duruma bakın!
Sakın Osmanlı büyüktü,Türkiye Cumhuriyeti küçük demeyin!
Devletleri küçülten de, yücelten de onu yönetenlerdir!
Diğerlerini bırakın, Tayyip Erdoğan örneği gözler önündedir!
ABD’de korumalar hır-gür çıkarınca Erdoğan önemli olan bir toplantıya katılmaktan anında vazgeçti ve hem kendisinin hem de ülkesinin prestijini kurtardı.
Birileri Abdullah Gül’e hâlâ Refah Partisi’nin ezik mebusu olmadığını, tersine cihan devleti Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olduğunu hatırlatmalıdır!
SOKAĞA ÇIKAMIYORLAR!
Çıksınlar da görelim...
Evet AKP’li bakanlar artık sokağa çıkamaz durumdadır. Önceki gün Cemil Çiçek, Üniversiteden ıslıklarla kovuldu yani konuşmasını yapamadan salonu terk etti. Keza diğer bakanlar da aynı şekilde sadece kapalı salon toplantılarında konuşabiliyor. Bırakın onları Başbakan bile artık kendi parti kongreleri ve devletin resmi açılış ve toplantılarından başka hiçbir yerde konuşmuyor ki malum Tayyip Bey bugün Obama dahil bütün dünyada en iyi korunan liderdir. Erdoğan’ın korunması sadece fiziki olarak da değil, ona laf atan çocuk bile olsa bir kaç sene ile yargılanıyor. Hal bu iken yani Tayyip Bey’e yan bakmak neredeyse imkansız iken Erdoğan özel seçilmiş ve gündüzden düzenlenmiş organize ziyaretlerin dışında hiçbir yere gidemiyor... Yalansa buyurun hodri meydan, Tayyip bey herhangi bir caddede tek başına yürüsün de görelim.
EN KÖTÜ DÖNEM...
Kesici’ye göre 60 yılın matematiği?
Telefonda Hasan Ekinci’nin, o tam bir halk adamı, restorana girdi mi bazı liderler gibi sadece patronun değil, onunla beraber garsonların da elini sıkar dediği İlhan Kesici var: “Sabahattin üç gün önce yazdığın ” Demirel’den AKP’ye 50 yıllık gol“ başlıklı yazın harikuladeydi. Evet gerçekten bulunulan iklimde o algılamayı ve hatırlatmayı yapabilmek için Sayın Demirel donanımında olmak gerekiyor. Öyle olduğu için bu ülkede Demirel’ler çok değil. Ancak kısa bir hatırlatmam olacak, yazının özü doğru, rakamlarda küçük bir maddi hata var. 1946-2002 arası Türkiye’nin büyüme ortalaması yüzde 4.7 buna mukabil 2002-2009 arası yani AKP döneminin büyüme ortalaması yüzde 4.00’dür.. Yani AKP’li yıllar çok partiye geçtiğimizden beri en kötü olan dönemdir.”
GEREĞENİ YAPSANA...
Ceylan olayı ve TSK’nın sızlanması!
Küçük Ceylan kızın havan topu ile öldüğü haberi günlerdir kamuoyunu meşgul ediyor. Doğrudur; hadise elbette dramatiktir ama bütün dünyada ordular eğitim zayiatı verirler. Kaldı ki Genelkurmay Sözcüsü önceki gün malum hadiseyi yalanlamış ve yapılanın TSK’ya karşı psikolojik harekat olduğunu ifade etmiştir... Tam bu noktada TSK’yı eleştireceğim. Bölgesinin en büyüğü diye bilinen koca bir ordu iki de bir psikolojik operasyon altındayım diye sızlanmaz, tersine muktedir olmanın gereğini yapar. Nasıl mı? Askeri savcılar niçin vardırlar? TSK’nın manevi kişiliğini tahkirden açarsın davayı, hukuk icabına bakar!.. İlginçtir TSK sadece bu olayda değil, pek çok hadisede hukuka gitmek ve gereğini yapmak yerine habire sızlanıyor!..