OSMANLI, CUMHURİYET ve BEKTAŞİLER / Ozan İşleten

OSMANLI, CUMHURİYET ve BEKTAŞİLER / Ozan İşleten

Osmanlı’nın çekirdeğini oluşturan Bilecik, Söğütte oturan Kayı Oymağı 200 veya 400 Çadırdan oluşan küçük bir Türkmen topluluğu idi ancak Karaman, İsfendiyaroğulları, Germiyanoğluları gibi büyük beyliklerin arasından sıyrılarak koca bir imparatorluk haline gelmeyi başardı.

Osmanlı’nın bu başarısında heteredoks İslam anlayışına sahip Ahi, Babai, Bektaşi dervişlerinin büyük katkısı inkar edilemez, Osmanlı Devleti’nin temeli bu heteredoks gruplar tarafından atılmıştır.

Osmanlı devletinin belki de fikir babası diyebileceğimiz Şeyh Edebali de, Hacı Bektaş Veli gibi Kırşehirlidir ve Halil İnalcık , Şeyh Edebali’nin Vefaiye Tarikatı Halifelerinden Olduğunu ve Hacı Bektaş’tan dünya saltanatına heves etmemeyi öğrendiğini söylemektedir.[1]

Bursa’nın fethinde Abdal Musa, Abdal Murat, Geyikli Baba gibi AHİ/Babai-Bektaşi Dervişleri etkin rol oynamışlardır. Yine Osmanlıdan hayli önce 1263 yılında Dobruca’ya çıkan Sarı Saltuk Baba, İsak baba, Maçin Baba, İzmail Baba gibi BABAİ dervişlerinin yoldaşları Rumeli’nin fethinde Osmanlı’nın önünü açmışlardır.

Selçuklu’dan itibaren Nizâmülmülk ’ün Nizamiye medreseleri ve Gazali’nin oturttuğu sistem Sultan Selim’in yaygın bilinen adıyla Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferini müteakip 1517’de halife olmasıyla ve sefer sonrası İstanbul’a getirdiği Eşari din adamlarının köşe başlarını tutması ile tekrar etkinleşmiş Bektaşilik ve Bektaşilerin ötekileşme süreci hızla başlamıştı.

Farabi , İbni Sina , Biruni , Harazmi , Cezeri gibi ilim adamlarının ilimden giden aydınlık yolu artık kapanmıştı. Takuyiddin’in rasathanesinin meleklerin bacakları izliyor diye yıkıldığı aklın dışlandığı naklin esas alındığı bir ortamda “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” felsefesi ile yetişmiş aydın Bektaşilerin yer bulması imkansızdı. Aleviler zaten Osmanlı -Safevi çekişmesi neticesi sakıncalı piyade konumundaydı.

Osmanlı’nın çekirdeğini oluşturan Bilecik, Söğütte oturan Kayı Oymağı 200 veya 400 Çadırdan oluşan küçük bir Türkmen topluluğu idi ancak Karaman, İsfendiyaroğulları, Germiyanoğluları gibi büyük beyliklerin arasından sıyrılarak koca bir imparatorluk haline gelmeyi başardı.

Katip Çelebi 17. Yüz yılda yazdığı Mîzânü''l-Hakk Fî İhtiyâri''l-Ehakk adlı eserinde bu süreci çok güzel tarif etmiştir. Fatih’in kurduğu Sahn-ı Semân medreselerinde hikmet, akıl bilimleri ve din bilimleri bağdaştırılarak okutulurken Yavuz ile gelen Eşari ekolün kök salması ile oğlu Sultan Süleyman zamanında Ebu Suud gibi sözde alimlerin etkisi ile felsefe ve akıl bilimlerinin yasaklanması ile çöküş başlamıştır.

Bir yandan batı Rönesans ve Reform ile aydınlanıp ilerlerken Osmanlı Ebu Suud’un temsil ettiği kendisi gibi inanmayı kafir ilan eden tekfirci ve gerici din anlayışının devlete kara basan gibi çökmesi ile gerilemeye başlamış ve 1699 Karlofça hezimetine kadar işler varmıştır. [2]

16 Haziran 1826’da II Mahmut tarafından Yeniçeri Ocağı‘nın topa tutularak yok edilmesini müteakip Bektaşilik tarikatı resmen kapatıldı, tekkeler yıkıldı yıkılmayanlar da Nakşibendi tarikatına devredildi.

Belirtmeliyiz ki bu karar diğer tarikatlara mensup şeyhlerin katılımı ile ve oy birliği ile alınmıştır. Bektaşiliğin güçlü ve etkili olmasından, kendi tarikatlarının Bektaşilik içinde erimesinden, bu yolun akla önem veren özelliğinden rahatsız olan şeyhler, bu kararın alınmasına öncülük etmiştir. Başka bir şekilde söylersek, Bektaşiliğin yasaklanması kıskançlığın ve batıla bağlanmanın bir ürünüydü. [3]

II. Mahmut tarafından imzalanan 1838 Balta Limanı anlaşması ile manen zaten çökmüş olan devlet ekonomik olarak da bir çöküş sürecine girdi ve işler Duyunu Umumiye sürecine kadar vardı. [4]

II. Mahmut’un ölümüyle Bektaşiler açısından bir miktar gevşeme olduysa da tarikat ancak yarı resmi olarak devam edebildi ve yüzyıllarca şeriat uleması tarafından kafirlikle suçlanan, haklarında katledilme fetvaları verilen Alevi ve Bektaşiler inançlarını ancak gizli saklı ve takiye yaparak yaşamak zorunda bırakıldılar.

İşte bu süreçlerden geçerek çöküşe geçen Osmanlı Birinci Dünya Savaşı’nı müteakip esir edildi.

Saray tamamen teslim olmuş İngilizler ’den medet umarken aydınların birçoğu da maalesef Amerikan Mandası taraftarı idi.

Bizler Atatürk’ün liderliğinde Sivas Kongresi’nde “Manda ve Himaye Kabul Edilemez” diyerek Amerikan Mandasına girmeyi reddederken büyük çoğunluğu Hristiyanlığın en tutucu mezhebi olan Katolikliğe, Müslüman kesimi de İslam’ın en tutucu yorumlarından biri olan Şafiiliğe mensup olan Filipinler Amerikan Mandası altındaydı.

İlk yıllardan ABD’den aldığı orta vadeli krediler ile geçici bir refaha kavuşan “dindar” Filipin Halkı hayatlarından pek memnundu derken bu kredilerin ödeme vakitleri geldi. Filipinliler ellerindeki tek varlıkları olan tarım ürünleri ile bu borçları ödemek istediler ancak ABD Filipinler’de üretilen tarım ürünlerini almak istemedi zira Filipinlilere tarım için sattıkları gübre ve zirai ilaçlar ABD standartlarının dışında idi. Filipinlilere turizm önerdiler. İlk etapta yaşlı emekli ABD’lilerin turizm cenneti olan Filipinler ilerleyen süreçte ABD donanmasının moral merkezi oldu. Bugün halen Pasifik Okyanusu’nun batısındaki bu ülke batı ülkeleri için bir seks turizmi merkezidir. Günümüzde ’modern kölelik’ diye adlandırılan sistem içinde Filipinli kızlar ajanslar aracılığıyla “denizaşırı sahne sanatçısı” adıyla eğlence sektöründe hizmet vermek üzere yurtdışına, özellikle de Japonya’ya gönderilmektedir.[5]

İşte her şeyden önce özgürlük, namus ve haysiyetini canından aziz bilen Türk Milleti ve onun öz evladı Alevi / Bektaşiler bizi bir Filipin olmaktan kurtaran Atatürk’ün kurtuluş savaşının başından itibaren yanında olmuşlardır.

Gazi hazretleri 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıktığında yanında bulunan heyette Bektaşi subaylar da mevcuttu. Örneğin bu heyette bulunan ve bir Bektaşi olan Dr. Refik Saydam ölene kadar Atatürk’ün yanından hiç ayrılmamıştır.[6]

Beş gün Samsunda kaldıktan sonra Havza’ya geçen Atatürk, Havza’da Ali Baba tarafından konuk edilmiştir. Havza , Alevi Bektaşilerin yoğun olarak yaşadığı Amasya, Tokat ve Çorum illerinin giriş kapısıydı , yine bu civarda Selanik , Kayalar köyünden gelen Babagan Bektaşiler yaşamaktaydı ve bunu çok iyi bilen Atatürk 26 Haziran 1919 da 2nci Ordu Müfettişliği Vasıtasıyla Salih Niyazi Dedebaba ve Cemalettin Çelebi’ye telgraf çekerek desteklerini istemiş ve Erzurum ve Sivas Kongreleri sonrasında Ankara’ya geçerken, 22 Aralık 1919 günü Hacıbektaş''ı ziyaret etmiştir.

Mustafa Kemal Paşa ve yanında bulunan heyet ilk olarak o sırada Dedebaba Postunda oturan Salih Niyazi Dedebaba tarafından yolda karşılandı ve dergâhta mihman edildi.

Ertesi gün 23 Aralık 1919 günü Milli Mücadelenin manevi mimarları arasında yer alan Çelebi Cemalettin Efendi ile de baş başa uzun bir görüşme yaptı ve geceyi Cemalettin Çelebi’nin evinde geçirdi.

Mustafa Kemal Paşa ertesi gün24 Aralık 1919 günü Hünkar Hacıbektaş Veli türbesini ziyaret ederek niyaz etti.

Dergâhta, Atatürk, Cemalettin Efendi, Salih Niyazi Dede Baba ve diğer ileri gelenlerle özel bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda bağımsızlık mücadelesi konuşuldu ve Kurtuluş Savaşı için Atatürk’e para yardımı yapıldı. Şevket Süreyya Aydemir bu yardımın Kurtuluş savaşı için yapılan ilk para yardımıdır diye yazar

Diğer taraftan, İşgale karşı direnişi İstanbul’da yürüten Karakol Cemiyeti , Talat Paşa , Albay Kara Vasıf bey , Yüzbaşı Baha Sait bey , Galatalı Sevket ve Yenibahçeli Şükrü beyler gibi hem ittahatcı hemde Nasipli Bektaşilerden oluşmaktaydı.

Yine Atatürk’ün emriyle kurulan MİM MİM (Müdafai Milliye ) gurubunun kurucusu ve ilk başkanı Teşkilatı Mahsusa kökenli , Albay, Hüsamettin Ertürk bir Bektaşi babasıdır . Merdivenköy’deki Şahkulu Bektaşi Dergahı ve Üsküdar Paşa limanındaki ,Yarımca Baba Bektaşi Tekkesi Anadolu’ya silah , Cephane ve lojistik destek merkezi görevleri yapmıştır. Öküz Limanı’da denilen Yarımca Baba Bektaşi tekkesi Anadolu’ya destek verdiği için Yunan savaş gemileri tarafından topa tutulmuş ve tahrip edilmiştir.

Atatürk, Kurtuluş savaşında, İstihbarat örgütünü olduğu gibi , Haberleşme hizmetlerini de Bektaşilere Emanet etmiştir. PTT’nin başında olan Ali Naci Baykal Bektaşi Dedebası olup,Manastırlı Hamdi , Eşref Balım baba gibi Bektaşiler gizli haberleşmede görev almışlardır.

Yunan ilerlemesi neticesinde meclisin Kayseri’ye taşınmasına karşı çıkarak “"Biz buraya kaçmaya mı geldik, yoksa kavga edip ölmeye mi? Eğer meclisi taşımak istiyorsanız buyurun gidin. Ama ben gidemem. Tek başıma bile olsam, bayrağım, dinim ve vatanım için son kurşunuma kadar savaşırım. Son kurşunu da kafama sıkarım. Bu böyle biline...” diyen Dersim Millet Vekili Diyap Ağa[7]’ Koçgiri İsyanı’na karşı çıktığı gibi Şeyh Sait isyanına da şiddetle karşı çıkmıştır.

Bugünkü inkılabın amaçladığı iman ve vicdan serbestisini 600 seneden beri ilke edinen bir teşekkül olan Bektaşilik ve Alevilik Türk halkının ulusallaşma projesi olan Cumhuriyete sıkı sıkı sarılmıştır.

Cumhuriyet ile gelen laikleşmenin en önemli fonksiyonu halkın din, mezhep ve tarikat gibi kurumlar nedeniyle düştüğü bölünmüşlüğü ve eşitsizliği ortadan kaldırması ve ulusal kimliği her türlü dinsel ve mezhepsel kimliğin üzerinde bir işleve sahip kılmasıdır nitekim böylelikle Dr. Refik Saydam, Celal Bayar gibi Bektaşiler[8] ülkede Başbakanlık, Cumhur Başkanlığı gibi yüksek mevkilere gelebilmişlerdir.

Bugün ülke genelindeki tüm tekke ve zaviyelerin kapatılmasını emreden Kasım 1925 tarihli kanun vesilesi ile Bektaşi tekkelerinin de kapatılmasını Cumhuriyet’in ve Atatürk’ün Bektaşilere zulmü olarak sunmaya çalışan ve Alevi Bektaşilerce itibar görmeyen güruhun esas amacı Cumhuriyet ve Bektaşiler arasına kama sokarak Alevileri; gerci, ırkçı ve bölücü hareketlere kanalize etmekten başka bir şey değildir.


Unutulmamalıdır ki bu kanundan önce Şubat 1925’te çıkan Şeyh Sait İsyanı başarılı olsa idi bugün bu satırları yazmamız mümkün olmayacaktı.

Bektaşi Dergahlarının ikinci kez kapatılmasına karar verilmeden önce Bektaşi ve Mevlevi Dergâhları müstesna tutulsun, diyenler olmuştur fakat cumhuriyetin başında ve Nakşibendi başkaldırılarının başladığı bir dönemde, öteki yol üyelerinin bu iki kuruma sızarak zararlı olabileceği düşüncesi ile bu yoldan vazgeçilmiştir.

Atatürk, Veled Çelebi’ye “Bektaşi ve Mevlevi dergahlarını kapatmanın pişmanlığı içindeyim” deyince, Veled Çelebi : Paşam bu dergâhları siz kapatmadınız onlar açık çünkü onlar kapanamaz. Dergâh dediğiniz taştan yapılmış bir bina değildir. Yasa ile kapanan dergâh değil binadır.” Diye karşılık vermiş ve sonra Mevlana’nın “Benim mezarım ariflerin gönlündedir” beytini okumuştur. [9]

Nitekim Atatürk Ragıp Erensel Halife Baba, Ali Nutki Baba ve Haydar Naki Baba ile Çankaya’da sofrada yapılan bir sohbetin ardından çok duygulanmış ve aynı zamanda özel doktoru olan Ragıp Erensel’e dönerek

“Ragıp, İstiklal Savaşı başlarında sizinkiler Pir Evi’nde bana mutluluk gözyaşı döktürmüştü. Şu anda aynı zevk ve heyecanı yaşadım. Bektaşi dergâhlarının zamanın gereklerine uygun bir şekilde, yine irfan yuvası olarak, canlandıracakları elverişli ortamı bekliyorum”[10] demiştir.

Bu temenni burada kalmamış Atatürk hastalığından kısa süre önce İzmir’e gelişinde, şimdiki Atatürk müze ve kütüphanesi olan Birinci Kordon’daki binada, Denizli’den çağırttığı Mümtaz Baba’ya “Bugünün şartlarına uygun bir talimatname hazırlanmasını ve buna göre tekrar Bektaşiliği ihya etmek istediğini” tebliğ etmiştir. [11]

Seyitlik, şeriflik gibi unvanlar nedeniyle Osmanlı döneminde adeta, vergiden muaf, askerlikten muaf bir kast yaratılmıştır. Bektaşiliğin ve Bektaşilerin böyle bir talebi yoktur. Dervişlik, Babalık, Dedebabalık gibi unvanların laikliği benimsemiş Bektaşiler açısından resmi unvanlar olması da gereksizdir. Bektaşiler bu unvanlar kendi aralarında pekâlâ kullanabilir ve kullanmaktadır da. O halde Bektaşilerin bir tasavvuf derneği, yaşam boyu eğitim merkezi olarak faaliyet göstermesinin önünde de bir engel bulunmamaktadır.

Maalesef Atatürk’ün bu talebinin yeterince hızlı yerine getirilmemesi, araya Hatay meselesinin girmesi ve daha sonra Atatürk’ün hastalığının ağırlaşması bu projenin gerçekleşmesine main olmuştur. O halde bu görev günümüz Bektaşilerinin görevidir.

Hilafetin kaldırılışı, Şeriyye ve Evkaf Vekaletinin ilgası, Tevhid-i Tedrisat Yasası, Tekke ve Zaviyelerin kapatılması, devletin laik olduğunun Anayasaya girmesi gibi bütün devrimler ebetteki Bektaşilik ile paraleldir ve Alevi Bektaşilerin cumhuriyet öncesi softadan çektiği zulümler düşünüldüğünde bu destek zaruridir. İşte tam da bu neden ile Atatürk ve Cumhuriyet Bektaşilerin kırmızı çizgisidir.

Tüm canların Cumhuriyet Bayramı’nı kutlarken başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Cumhuriyet’in kurulmasına katkı sağlayıp bu dünyadan göçerek hakka kavuşmuş tüm geçmişlerimizin ruhu mutlu ve sevinçli olsun.

Aziz Şehitlerimizin, Ruhu Şad, Menzillerin Mübarek Olsun, Güvenlik kuvvetlerimizin Araçları Düldül, Kılıçları Zülfikar Olsun.

-------------------------------------------------

[1] Şakir Keçeli , Uluslaşma Sürecimizde Bektaşi Alevler ve Atatürk s.46-47

[2] Karlofça anlaşması gerileme döneminin başlangıcı olarak kabul edilir. Karlofça Osmanlı İmparatorluğu’nun batıda büyük çapta toprak kaybettiği ilk antlaşmadır.

[3] Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik V.Cilt S 1 – Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba

[4] Balta Limanı Anlaşması ile Britanya vatandaşları Osmanlı ürünlerini Osmanlı tebâsından tâcirlerle aynı vergi koşulları altında satın alma hakkına sahip oldular. Britanyalılarla olan transit ticaretten alınan resmi vergi kaldırıldı. Tekel sistemi kaldırıldı. Britanyalılara diledikleri miktarda ham maddeyi satın alma imkânı verildi. Böylelikle Osmanlı’nın çok da gelişmemiş olan sanayisi büyük bir darbe aldı.

[5] 19. yüzyılın bitimiyle son dönemlerinde; Filipin Halk Uyanış Hareketi hızlı bir şekilde genişlemiştir. Bu hareket sonucunda ilk Filipin Cumhuriyeti kurulmuştur. Ancak bu devlet uzun ömürlü olmamış; Filipinlilerin bağımsızlık isteğine karşı Amerika Birleşik Devletleri bu ülkeye savaş ilan etmiştir. Filipin-Amerikan Savaşı, ABD''nin kesin galibiyeti ile sonuçlanmış, savaşta yaklaşık 1,5 milyon Filipinli ölmüştür. Ülkedeki Amerikan egemenliği 1945''e kadar sürmüştür

[6] Dr. Refik Saydam Atatürk döneminin değişmez Sağlık bakanı ve Ocak 1939’dan hakka yürüyene kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin 4. Başbakanı olarak görev yapmıştır.

[7] Diyap Yıldırım 1920-1923 Dersim Millet Vekili

[8] Celal Bayar Bursa’da Küçük İbrahim Baba’dan, Dr. Refik Saydam Adana’da Feyzi Baba’dan nasipli Bektaşilerdir.

[9] Bütün Yönleri ile Bektailik ve Alevilik V.Cilt S 5 – Doç.Dr. Bedri Noyan Dedebaba

[10] Ulusallaşma Sürecimizde Bektaşi Aleviler ve Atatürk S 398 Şakir Keçeli

[11] Bütün Yönkeri ile Bektaşilik ve Alevilik VI. Cilt S 63 - Doç.Dr. Bedri Noyan Dedebaba