Araştırmacı yazar Osman Selim Kocahanoğlu yeni kitabı "Osmanlı'nın Altı Paşası" ile Osmanlı'nın bitişinden Cumhuriyet'e uzanan süreçte yakın tarihimizde rol almış 6 ismi kimlik ve kişilik analizleriyle mercek altına alıyor. Kitabının amacını, "Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçişte yaşanan zihinsel/kültürel ve olgusal travmaları bu rol model isimler üzerinden okumak" diye açıklayan Osman Selim Kocahanoğlu şu değerlendirmeyi yapıyor:
"İmparatorluğun çözülme dönemini anlama ve yorumlamada rol model seçtiğim bu isimler Osmanlı toplumunun çöküş iklimini yaşamış, bazıları Milli Mücadeleye katılmış, bazıları karşı çıkmış, ama hepsi de Cumhuriyet'in ilanını görmüştür. Kendilerine özgü hayat hikayeleri bir yana bırakılsa bile, sadece siyasal kimlikleri bile ilginç birer rol modeldir"
Kocahanoğlu, kitabında masaya yatırıp portrelerini incelediği 6 tarihi şahsiyeti şu ifadelerle tanımlıyor:
Mütarekenin Paşası (İzzet Paşa): Zahiren pek büyük bir kalbe sahip görünürken, kuş kadar küçük bir dimağ taşıyan, dev cüsseli kalıbı yerinde, göğsü nişan ve madalyalarla süslü, Sarı Paşa (Mustafa Kemal) karşısında dili tutulup Vahdeddin karşısında ağlayan, bütün hayatı "dediği dedik - çaldığı düdük" megaloman bir Osmanlı Paşası...
Vahdeddin'in Enişte Paşası (Damat Ferid): Aslen Isluven ve Karadağ'ın Poşasi köyünden, dindar ama namaz kılmaz oruç tutmaz; domuz eti dahil her türlü haramı yiyen, şarabı bile besmelesiz içmeyen, devşirme ruhlu, vatansız ve imansız Balkan serserisi... Osmanlının enişte Paşası...
Osmanlının Paşası (Tevfik Paşa): Karısı Protestan olup çocuklarını gizlice vaftiz ettiren, oğlu Saray damadı kendi hem Abdülhamid'e hem Vahdeddin'e ikili oynayıp kara defterler yazarak imparatorluğun çöküşünü seyreden, "tiryaki macunu gibi kokup-bulaşmaz" bir Osmanlı sadrazamı...
Medresenin Hoca Paşası (Şeyhülislam Mustafa Sabri):
Yunan kralı Kosti'ye tebrik telgrafı çekerken Türk ordusunun İzmir'e girişini lanetleyen, bu yetmezmiş gibi Maide Suresi'ne de lanetleten; İttihat-Terakki'yi Ziya Gökalp'ın Kürt, Moiz Kohen'in Yahudi soyu üzerinden şeytanlaştıran, Arap değil Türk yaratıldığına üzülen; Medresenin ileriyi geride arayan Hoca Paşası...
Ankara'nın Hanım Paşası (Halide Edip): Büyük umutlarla "monadik beyinli adam"ı (Mustafa Kemal) destekleyip, Hilafet kaldırılınca yolları ayrılan, tarikat tütsülü kocasını ömür boyu peşinden sürükleyip, tüm devrimleri haklı ama erken bulan, kafası Angilikan, çarşafı Paris kesimli Ankara'nın Hanım Paşası...
Türkiye'nin Müşir Paşası (Fevzi Çakmak): Saltanat ve Hilafet kaldırılırken Büyük Şefin yanında elpençe-divan duran, mistik ve paradoksal dünyasından "terk-i masivasına" tekbir sesleriyle uğurlanan, Türkiye'nin "Kuzu" Paşası...
Temel Yayınları Tel: (0212) 516 23 52
***
Cumhuriyetin temel taşı Gazi Meclis
Meclis'in Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti için önemini, değerini, görevini, yetkilerini ve sorumluluklarını "Atatürk'ün Meclis Açılış Konuşmaları" adlı kitabıyla gündeme taşıyan Özgür Erdem, çalışması hakkında şu bilgiyi veriyor:
TBMM'nin fiilen etkisiz hale geleceği bir Başkanlık sisteminin dayatıldığı şu günlerde, "referandum" arifesinde, Atatürk'ün kurucusu olduğu Meclis'e verdiği önemi tekrar hatırlatma ihtiyacı duydum. Tarih 1920... Anadolu işgal altında... Başıbozukluk ve çaresizlik hakim... Atatürk, vatansever subaylara önderlik ediyor ve bir direniş örgütlemeye çalışıyor... Sıfırdan bir ordu kurulması lâzım... Ancak yaptığı ilk iş ne? Meclis kurmak! Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nı bu Meclis'in liderliğinde gerçekleştirdi. Halbuki, o karmaşa döneminde direnişçi subaylar arasında en üst rütbeli ve en tanınmışı Atatürk'tü. Sadece bu bile Kurtuluş Savaşı'na önderlik etmesi için yeterli olabilirdi. Ancak Atatürk, bir avuç subayın önderlik edeceği bir direniş değil, topyekun Türk milletinin ayağa kalkacağı bir Kurtuluş Savaşı peşindeydi. Doğrusu da buydu… Milletin iradesinin tecelli etmesi için bir meclisten daha kutsal, daha meşru ne olabilirdi? TBMM, sadece Kurtuluş Savaşı sırasında değil, Cumhuriyet'in kurulması ve adım adım "muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkılması" mücadelesinde de Atatürk'ün en çok önem verdiği kurum oldu. Atatürk, yapmak istediklerini, elindeki yetkileri artırarak Türk milletine dayatmak yerine, Türk milletinin temsilcilerinin yer aldığı TBMM aracılığıyla hayata geçirmeyi tercih etti. Hiçbir zaman TBMM'yi ortadan kaldırmayı, yetkilerinden arındırmayı ya da bir "tek adam rejimi" kurmayı düşünmedi. "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" ilkesinden asla vazgeçmedi ve bu millet hakimiyetinin ancak ve ancak TBMM vasıtasıyla gerçekleşebileceğini unutmadı...
İleri Yayınları Tel:(0212) 481 92 57
***
Kavram kargaşası yaşamamak için...
Prof. Dr. Mustafa E. Erkal başkanlığında Doç. Dr. Burhan Baloğlu ve Doç. Dr. Filiz Baloğlu'dan oluşan bir heyet tarafından hazırlanan "Ansiklopedik Sosyoloji Sözlüğü (Kavramlar)" adlı kitap, bu alanda çalışanların ihtiyaçlarını karşılayacak bir kaynak eser. Hızlı sosyal değişmelerin ortaya çıktığı dönemlerde kavramlar konusunun ön plana çıktığını ve bunların net bir şekilde anlaşılması ihtiyacı doğduğunu belirten Prof. Dr. Mustafa E. Erkal eser hakkında şubilgiyi veriyor:
"Kavramların herkes tarafından farklı anlaşılır olması, bunlarda fikir birliğinin bulunmaması, bilimsel hayatta kavramların aşılarak bilgi seviyesinde fikir alış-verişini ve bilgi üretilmesini engellemektedir.
Diğer taraftan; Sosyolojinin kapsamına giren ve diğer sosyal bilimlerle de yakın bağı bulunan kavram ve terimler günlük hayatta anlamlarının çok dışında kullanılabilmektedir. Neticede bunlar asıl anlamları yerine yaygın kullanılış manalarıyla kabul edilmektedirler.
Bu ve bu gibi mahsurları önlemek için ve mevcut boşluğun giderilmesinin gerekli oluşu, bize bu çalışmanın hazırlanması fikrini vermiştir. İşte, elinizdeki çalışma, bu ihtiyaçtan dolayı ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu baskıda zihinleri meşgul eden ve tartışılan yeni kavramlara ve bu alanda hizmeti geçen meslektaşlarımıza da yer vermiş bulunuyoruz. Sosyoloji alanında bir ölçüde önemli bir ihtiyacı karşılamaya çalışacak olan ansiklopedik sözlüğün hazırlanmasında bizleri teşvik edenlere teşekkür eder, sözlüğün okurlara ve ilgilenenlere faydalı olmasını dileriz.
DER Yayınevi Tel:(0212) 527 01 65
***
Kenan Akın Sözlü Basın Tarihi'nde
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyeleri yaklaşık 5 yıl süren bir araştırmanın ardından, 3 ciltlik "Türkiye Sözlü Basın Tarihi"ni tamamladı. Prof. Suat Gezgin, Doç. H. Esra Arcan, Doç. Veli Polat'ın hazırladığı dizinin ilk cildinde Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiş sürecinde doğan, 2. cildinde 1927-1930 yılları arasında doğan ve çoğu hayatta olmayan gazetecilerle yapılmış görüşmeler yer alıyor. 3. ciltte ise Altan Öymen, Ünal Sakman, Rahmi Turan, Orhan Erinç'in yanı sıra yazarımız Kenan Akın'ın yaşam öyküsü ve tanıklıkları okurla buluşturuldu.
Türkiye İş Bankası Yayınları Tel:(0212) 252 39 91
***
Türkiye'nin kaderi ile oynanamaz!
Eğer toplumun bütün bireylerinin kaderini belirleyen bir konu gündeme gelmişse orada sessiz kalınamayacağının altını çizen Halil Konuşkan ve Abdullah Alagöz, "Başkanlık Sistemi / Bile Bile Lades!" adlı çalışmalarıyla tartışmalara katkı sunuyor: Ülkemizde yıllardır siyaset adına yapılan parti militanlığının ülkeyi ne hale getirdiğini hepimiz gördük. Bu tür yanlışların hafızamızda tazeliğini koruduğu bir süreçte ateşi barutla söndürme çabası gibi "partili cumhurbaşkanlığı" sistemini karşımıza çıkardılar. Sözü olan herkesin kanaatini dillendirmesi bir vatandaşlık görevidir.
Kaf Dağı Yayınları Tel:(0505) 810 80 79
***
KÜTÜPHANEMDEN:
Acılardan ilaç alan ozan: Aşık Mahzuni
--------
Aşıklık geleneğinin son dönem temsilcilerinden Aşık Mahzuni Şerif'i konu alan "Anadolu'yu Kucaklayan Ozan" bu hafta söz edeceğim kitap... Ama ondan önce onun kim olduğunu özetleyen şu satırlara bir gözatalım:
"Anadolu halk ozanlığı geleneğinde önemli bir kilometre taşı olan Aşık Mahzuni Şerif, 17 Mayıs 2002'de Köln'de Hakka yürüdü. Aşık Mahzuni Şerif son yüzyılda yaşayan halk ozanlarının kuşkusuz en ünlüsüydü. O nedenle öldüğünü haber yapan yazılı basın ve televizyon kuruluşları onu 'yüzyıla damgasını vuran ozan' olarak tanımladı. Ölümü, Türkiye'de ve Türklerin yaşadığı ülkelerde büyük yankı uyandırdı. Mahzuni Şerif, hiçbir halk ozanına, sanatçıya, hatta politikacıya kolay kolay nasip olmayacak görkemli bir törenle son yolcu uğuna uğurlandı."
Elimde Aşık Mahzuni Şerif'in hemen ölümünden sonra 2002 yayımlanmış 4. baskısı olan kitabı A. İhsan Aktaş kaleme almış. Arka kapakta yer alan "Anadolu'nun Kucakladığı Ozan" başlıklı İslam Çankaya imzalı yazı da duygu yüklü:
"Aşık Mahzuni Şerif, Halk damarından gelen, halkın ak sütüyle beslenmiş, sazını, sözünü yüreğini ve canını yarım yüzyıldır halkın yoluna koymuş, çağdaş, yiğit bir ozanımız. Türküleri, deyişleri ve sazıyla; bir baştan bir başa dalgalandırdı yamanca Anadolu'yu... İnsan dedi, ekmek dedi, kardeşlik dedi, paylaşım dedi... Dedi de dayak yedi, dedi de acı çekkti, dedi de hapis yattı... 'Bazen acılardan al ilacını' dedi yoluna devam etti. Bir büyük ozan oldu, kucakladı Anadolu'yu...
O büyük ozan, Hacıbektaş toprağının sonsuzluğunda şimdi boz yüzlü, soluk giysili yüz binlerce Anadolu yiğidiyle birlikte halkına adadığı, acı çekmiş, derin yara izleri taşıyan bedenini Hacıbektaş toprağının evrenselliğine, dostluğunu teslim ettik.
'Anadolu'da nice Mahzuniler doğuracak analar var' sözündeki serinliği yüreğimize çekerek yürüdük Ankara'ya.
Dilimizden hiç düşmedi o türküsü: 'Bazen acılardan al ilacını...
Bu kez Anadolu kucaklıyordu yarım yüzyıllık ozanını, bir daha ayrılmamasına..." (A.Y.)