Ortaylı: "Uydurulan palavralar neye dayanıyor"

Ortaylı: "Uydurulan palavralar neye dayanıyor"

Mustafa Kemal Atatürk'e hakaret ve iftiralarla gündeme gelen Derin Tarih dergisi ve programını kaleme alan Tarih profesörü Ortaylı, "Atatürk’e, ailesine ve silah arkadaşlarına yönelik saldırılarda amiyaneliği anlamak güç değil" dedi.

Tarih proferösü İlber Ortaylı Hürriyet gazetesindeki yazısında "Uydurulan palavralar neye dayanıyor" diye sordu. Atatürk'e hakaretle gündeme gelen Derin Tarih dergisi ve programını eleştiren Ortaylı, "Kulak dolgusu, dedikodu yöntemi tarihçiliğe de yansıyor. Sözü edilen insanların biyografilerinin ne kadar çarpıtılarak ve noksanla ele alındığını görünce dahi bunu anlarsınız" diyerek yapılan iftira ve hakarete tepki gösterdi.

Ortaylı'nın yazısının ilgili bölümü şöyle:

Atatürk’e, ailesine ve silah arkadaşlarına yönelik saldırılarda amiyaneliği anlamak güç değil. Sebep bizim hazin çağdaşlaşmamızdır. Kasabalara gerçek bir eğitim götüremedik. Mektep bitirenlerin gerçekleri yansıtan bir yorumuna rastlamak zor. Kulak dolgusu, dedikodu yöntemi tarihçiliğe de yansıyor. Sözü edilen insanların biyografilerinin ne kadar çarpıtılarak ve noksanla ele alındığını görünce dahi bunu anlarsınız.

Bir televizyon kanalının geçen haftaki tarih programında kendi içinde bütünlük arz etmeyen ve belirli bir çerçevede ele alınamayacak konular görüşüldü. 

Aslında konular görüşüldü demek de fazla iltifat olur. Kahvehane köşelerinde, 50 yıldır tekrarlanagelen bazı yaveler ilk defa bu kadar açıklıkla TV ekranına da getirildi. Falanın annesi babası şu işi yapardı, filan şöyledir demek hiç kimsenin hak etmediği söylemlerdir. Her şeyi bir yana bırakalım, Türkiye cumhurbaşkanlarının ilki ve tabii bazılarının asıl rahatsız olduğu konu Kurtuluş Savaşı Başkomutanı, TBMM Reisi, Yeni Türkiye’nin kurucusu ve silah arkadaşlarının aralarındaki ilişkilerini abartarak yorum yapan çevreler, maalesef bu sefer de doğrudan doğruya Atatürk’ün ailesine el attılar. 

ANSİKLOPEDİLERDE DEDİKODU

Bu amiyaneliği anlamak fevkalade güçtür demeyin. Sebep bizim hazin çağdaşlaşmamızdır. Kasabalara gerçek bir eğitim götüremedik. Mektep bitirenlerin gerçekleri yansıtan bir yorumuna rastlamak zor. Kulak dolgusu, dedikodu yöntemi tarihçiliğe yansıyor. Sözü edilen insanların biyografilerinin ne kadar çarpıtılarak ve noksanla ele alındığını görünce dahi bunu anlarsınız. Mesela sözünü ettikleri yorumlarda Afet İnan Hoca’nın akademik kariyerinin ciddiyetle tetkik edilmediği anlaşılıyor. Bizim millet biyografiyi takip etme alışkanlığına sahip değildir. Birisinden dedikoduyla bahsetmeyi tercih ederler. Aynı yöntemi gazetecilikte de kullanırlar, hatta ansiklopedicilikte de. 

YALANA SAHTE  EVRAK

Bir tarihte Cumhuriyet gazetesinde Profesör Saffet Rıza Alpar için “Babası Rıza Paşa da Atatürk’e düşmanlığıyla biliniyor” diye bir ibare kullanılmıştı. 

Gazete, Rektör Saffet Rıza Hoca’ya karşıydı. Ancak babasıyla uğraşmasının anlamı neydi? Balkan Harbi’nin kahraman komutanlarından biri olan İşkodra müdafii Hasan Rıza Paşa o mevkide şehit düşmüştür. Şehadetinden evvel kendisine ikinci kere terfi ettiği mirlivalık (tuğgenerallik) beratı harp madalyası ve kılıcı ulaşmıştı. Gazi Mustafa Kemal Paşa’yla hayatta hiç tanışmadığı biliniyor, hatta gıyaben tanıdığı bile şüpheli çünkü yaş ve rütbe farkları var. Bir başka ansiklopedide Karadağ Muharebesi’nde şehit düşen ve Tanzimat döneminin reformcu askerlerinden, Nâzım Hikmet’in ceddi Mustafa Celaleddin Paşa yani Polonya aristokrasisi arasındaki unvanıyla Kont Konstantin Borjecki’den ‘Bir Polonya Yahudisidir’ diye bahsediliyordu. Burada önyargı ile bilgisizlik yan yana gitmektedir. 

Daha beter bir olay var: Çok yakın zamanda gazetenin biri ‘İnönü’ye Atatürk’ü öldürtmek’ ve bunun için ‘Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’ya İnönü’ye destek ve koruma teklifi mektubu yazdırtmak’ gibi dâhiyane bir sahte evrak üretti! Ne var ki 1930’lara ait bu mektubun TBMM rumuzu bilgisayardan çıkmaydı. Olaylar da saçmaydı, kurgunun aktörleri de yanlış tasnif edilmişti. Bu sefer de bağıra bağıra Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Zübeyde Hanım için yalan yanlış tasnifler yapılıyor. 

50 YILLIK PALAVRA

“Bu 50 yıllık palavra neye dayanıyor” derseniz, Türkiye’de nüfus kayıtlarının geç tutulması, mevcutların iyi korunamaması, hatta zaman zaman kasaba nüfus memurluğu arşivlerinin sözde yanmasından ileri gelen bir sorundur. Mevcut belgeliklerimizin çeşidi ve türü değişik. Katolik ve Protestan Avrupa’da herhangi bir köyün kilisesinde bulunabilecek vaftiz, nikâh ve cenaze kayıtlarına Doğu’da rastlanmaz. Sırf İslam dünyasında değil, Ortodoks Hıristiyan âleminin kiliselerinde de bu tür açıklar vardır. 

Dolayısıyla uydur uydurabildiğin kadar! Türkler soyunu, sopunu ve unvanını yaşadığı şehrin ve mahallenin halkının hafızasına ve ön planda da sülalelerine terk ederler. Hemşeriler ve akrabalarla ilişki ailemiz ve bizim tarihi kimliğimizin nüfus ve tapu kaydıdır. An şart ki Balkan Savaşları, Rusya’nın işgalleri gibi olaylarla vilayetler elden çıkıp insanlar perakende dağıldıkça toplumsal kayıtlar zayıflar. Her ailenin ve Rumeli’nin her evladının başına gelen bu felaketten istifade etmek çakallığı ise son 50 yıldaki bazı geri zekâlıların marifetidir. Bunlara yüz verilmemesi gerekir. Hukukunu müdafaa edemeyecek tarihi büyüklerimizin savunmasını tarihçiler ve tarih bilenler yapmalıdır. İstiklal Savaşı komutanlarıyla didişmeye kalkan sivri zekâlıların bu faaliyetlerinin arkasında tarihçilik merakının hatta ideolojinin ağırlık kazandığına inananlardan değilim, saikler başkadır. Türk tarihinin kurumları ve büyükleriyle didişmek, yani tahripkâr bir milliyetçilikle ortaya çıkmak bize ve bazı toplumlara has olaydır. 

 

İlgili Haberler