Orta Doğu'da İran ya da Türkiye ne yapıyor?
Türkiye’nin hem jeopolitiğinin hem de kültürel ve fiziki coğrafyasının devamı olan bölgelerde büyük bir nüfuz savaşı yaşanmaktadır. Bu bağlamda Suriye ve Irak’ta süren yıkım savaşı, alttan alta fokur fokur kaynayan ve sonuçta silahlı çatışmaya dönüşen Yemen olayları, bölgede yürütülen ciddi bir nüfuz mücadelesinin işaretleridir.
ABD’nin, “kitle imha silahları” bahanesiyle Irak’a yönelik olarak başlattığı işgal ve yıkım odaklı emperyal savaş, sonuçta Kuzey Irak’ta bir ’Sünni Kürt’ bölgesinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu savaş sonucunda Saddam’ın Sünni yönetimi sona erdirilmiş, yerine İran ile organik ilişki içindeki bir Şii/Irak yönetimi ABD tarafından bizzat inşa edilmiştir.
“Küresel sistemin ozon deliği” olarak nitelenen Orta Doğu’nun küresel sisteme eklemlenmesi amacıyla Batılı güçler Tunus, Libya, Mısır’dan sonra Suriye’de iç savaş çıkartmışlardır. Bölgede oluşturulan otorite boşluğundan yararlanan marjinal gruplar, BOP Eş Başkanı sıfatlı Başbakan Erdoğan ve hükümeti zamanında Suriye’ye sızmışlardır. AKP iktidarı bir zamanlar sınırlarındaki mayınları söktüğü, ortak bakanlar kurulu topladığı Suriye’deki Esad rejiminin çökmesi için Türkiye’nin çıkarları aleyhine akıl dışı bir siyaseti devreye sokmuştur.
Küresel güç ABD, açıktan IŞİD’e karşı Barzani, PKK uzantısı PYD ve İran ile ortak hareket eder hale gelmiştir. IŞİD en büyük hasarlardan birisini Telafer, Tuzhurmatu, Kerkük Türkmenlerine vermiş, onları yerlerinden ve yurtlarından sökmüştür. Türkmenlerin boşalttığı kentlere Kerkük dahil Barzani güçleri girerek yerleşmiştir. Türkiye olana bitene sessiz kalmıştır. İran ise hem Irak hem de Suriye’de ABD ile sessiz bir müttefiklik içinde IŞİD’e karşı mücadele eder haldedir.
İran, meydana gelen her gelişmenin -buna son günlerde Yemen de dâhil olmuştur- oluşturduğu otorite boşluğunu fırsat bilerek bölgeye güç ve nüfuz aktarımında bulunmuştur. Bölgesel savaş senaryolarına karşı mezhep kimliği üzerinden bütün bölgeyi iki ana cepheye ayırarak harekete geçmiştir. Yemen’de yaşanan da bu stratejinin ürünüdür. İran’ın kendisine göre tutarlı, sistemli bir stratejisi vardır ve bunun gereklerini yapmaktadır.
Türkiye’nin yürüttüğü siyaset ise idareimaslahatçıdır. Hedefsiz, ilkesiz ve sonuç odaklı olmaktan uzaktır. Türkiye’yi on iki yıldır yöneten AKP iktidarı, Türk Milleti şuurundan uzak, etnik ve mezhep odaklı bir zihniyete sahiptir. AKP iktidarı zaman zaman, ümmetten söz ediyor ama ümmetten de yalnızca “İhvan-ı Müslim” ve muhtelif Sünni grupları anlıyor.
İran’ın aksine iktidarın mezhep odaklı bakış açısı, Türkiye’nin sınırları dışındaki demografik etkisinin tamamen yok olmasına neden olmuştur. Türkiye’nin ve Türk milletinin mütemmim cüzü olan Kuzey Irak Türkmenlerinin, hem IŞİD hem de Barzani tarafından bölgeden sökülmesini AKP iktidarı yalnızca seyretmiştir. Türkiye’nin burnunun dibinde olan Telafer, Kerkük ve Tuzhurmatu gibi Türkmen nüfuslu bölgelerden Türkmenlerin sürülmesine AKP seyirci kalmıştır. Böylece Barzani bölgede toprak, güç ve petrol devşirirken Türkiye, doğal etkisini kendi eliyle yok etmiştir.
Kuzey Suriye Türkmenlerinin durumu ise vahim ötesidir. AKP iktidarının gafil, basiretsiz ve kör mezhep siyaseti yüzünden Suriye Türkmenleri de yaşadıkları yörelerden kaçmak zorunda kalmıştır. İş o noktaya gelmiştir ki AKP iktidarı, Türkiye toprağı olarak Suriye sınırları içinde bulunan ve Türkiye sınırına 38 kilometre uzaklıktaki Süleyman Şah Türbesi’ni boşaltarak sınırının dibine taşımıştır. Kim ne derse desin bu çekilme, sinme ve içine kapanma siyasetidir.
İran her şart altında, her güce rağmen, sınırlarının dışına nüfuzunu yaymaktadır. Türkiye ise uyguladığı kör ve hedefsiz siyasetle sınırlarını ve varlığını tartışma konusu yaptırmaktadır. Aradaki fark bu kadardır!