Orta Doğu, "sevinç" ve "keder"
Her şeyden önce, Orta Doğu denilen ve alev çemberi içinde bulunan "gizemli", "sancılı" bölgenin gerçekten de bir bataklık olduğu kabulleniyor.
Hocamız Tayyar Arı, Orta Doğu'yu bakın nasıl tanımlıyor;
"Sadece coğrafya olarak değil, siyasi olarak da genişliği olan, pek çok bilinmezlerin, karmakarışık ilişkilerin, sorunların ve çatışmaların, ihanetlerin ve dostlukların, birleşme adına yapılan ayrışmaların, homojen zannedilen heterojenliğin, tam olarak kavranamadığı için bazılarınca kaynayan kazan, bazılarınca bataklık olarak tanımlanan, bazılarına göre istikrarsızlığın ve geri kalmışlığın bazılarına göre petrolün ve zenginliğin merkezi olan Orta Doğu, üzerine çok şey söylenen ama çok az bilinen bir coğrafyadır. İnsanlık tarihi burada başlayıp burada devam etmiştir. Tarihsel olaylara yön veren gelişmeler burada yaşanmış, geleneksel ve modern imparatorluklar için üzerine mücadele edilmeye değer bulunmuş, her şeye rağmen vazgeçilememiştir. Böylesine tarihsel, kültürel ve toplumsal birikimi zengin ve böylesine ekonomik, stratejik ve siyasal açıdan önemli bir bölge hakkında söz söylemeye kolay gibi gözükse de üzerine yazı yazmak gerçekten oldukça zor. Aslında zor olduğu detaylara indikçe anlaşılıyor."
Orta Doğu'yu tam anlamıyla izlemenin, kavramanın anlatmanın ve algılamanın çok güç olduğunu peşinen kabullenmek gerekiyor.
Bilindiği gibi, Orta Doğu'da sorunlar ve olaylar sürekli değişiyor.
İşte böyle bir Orta Doğu'da yıllar boyu gazetecilik yapmanın güçlüğü, buna rağmen yüklediği heyecanı unutmak mümkün olmuyor.
Nitekim Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, son kitaplarımızdan "Orta Doğu'nun Kara Kutusu"nun ön sözünde, hissiyatımızı adeta özetliyor;
"Aziz, kadim Dostum Kenan Akın Bey mesleğinde zoru hem de en zor alanı seçti.
Orta Doğu meseleleri girift, muğlâk ve sıcak, kanlı çatışmalara dönüşmekte, küresel gerginliklere yol açmaktadır.
Ayrıca Kenan Akın, mesleğinin sorumluluğunu en ciddi şekilde kabul ederek "masa başı" gazeteciliği, yazarlığı değil sahaya inerek, hatta sıcak çatışmalara en yakın olarak olayları okuyucularına iletti, kamuoyunu uzun seneler boyu aydınlattı, pek çok başarıya imza attı. Bölgeye akademik, sosyo-ekonomik meseleler olarak ilgi duyan bizler onun yayınlarından çok faydalı bilgiler öğrendik, takip ettik.
Orta Doğu konusunda ihtisası olup Türk kamuoyunu bilgilendirip aydınlatan gazeteci ve yazarlarımızın sayısı maalesef azdır ve belki de bir elin parmakları kadardır.
Değerli Dostum Kenan Akın Bey bunlardan birisi ve öncülerindedir."
Böylesine, bir ortamın verdiği hızla 71 yaşına bastığımız ve gazetecilikte 55 yılımızı bitirdiğimiz bir dilimde, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü'ne layık görülmemiz, onurlu ve gururlu bir "finiş"i de işaret ediyor.
Sanki, meslek hayatımızda daha önce aldığımız sayıları 14'ü bulan ödüller de, "kilometre taşları" olarak görünüyor.
Bu dış politika yazmamız gereken sütunda, oldukça renkli ve "çeşneli" meslek hayatımızı daha fazla anlatmamamız gereği de öne çıkıyor.
Ne var ki, üstad Burhan Felek'in aynı zamanda Gazetecilik Enstitüsü'nde "resmen" hocamız olduğu ve hatta, genç bir muhabir olarak "Yazı Nevileri" dersinde epey sohbetlerimiz olduğu belleklerimizden çıkmıyor.
Yazılarını da, "süt" içer gibi okuduğumuz üstad Burhan Felek, konuşmaları, giyimi daha doğrusu tüm zarafeti ile "İstanbul Beyefendisi" portresi çiziyordu.
Kısacası, Burhan Felek Ödülü'nü almak belki de, gazeteciliğe "nokta koymak" anlamına da geliyor.
Veya, gazetecilik-yazarlık alanında omuza yeni yeni sorumluluklar, görevler yüklüyor.
Velhasıl hayat su gibi akıp gidiyor.
Zaten sevgili Keramettin Aşmaz'ı yitirmenin acısı içinde kıvranırken, Tercüman, Türkiye ve Yeniçağ gazetelerinde "ahenk" içinde beraber çalıştığımız günler gözümüzün önünden akıyor.
Aslında, ne alevler içindeki Orta Doğu dehşeti, ne de ödüller, candan bir arkadaşın rahmet-i rahmana kavuşması elemlerimizi dindirmeye yetmiyor.
Nurlar içinde yat aziz arkadaşımız.