Operasyon Kuzey Suriye’ye statü kazandırır mı?
Sürekli ‘dört parça’dan söz ediyorlar... ‘Birinci parça’ Irak’ın kuzeyiydi, Birinci Körfez Savaşı’yla başlayan Amerikan müdahalesi o parçayı Saddam Hüseyin otoritesinin elinden çekti ald. Bağdat sarsılınca o parça fiilen koptu. Saddam’ı Bağdat’tan da düşürecek ikinci müdahaleye kadar Kuzey Irak, diğer üç parçadaki ‘bölücü’unsurları eğitebilecek, yönetebilecek, her türlü lojistiği sağlayabilecek, zihnî altyapı oluşturabilecek dev bir üs haline geldi.
İkinci müdahalede Saddam Hüseyin düşürülürken, Kuzey Irak’a yönelik tek bir saldırı vardı; o da bazı İslâmî Kürt grupların kamplarının müttefikler tarafından bombalanmasıyd. IKDP ve IKYB arasındaki sürtüşme bitirilmişti. Liderlerinden birisi Irak Cumhurbaşkanı, diğeri ise bölgesel yönetim başkanı olmuştu. Barzanî’yle Türkiye ilişkileri dalgalı hâle gelmiş, bazen Şemdin Sakık’ın iadesinde olduğu gibi ‘iyi’ görünmüş, bazen de “Topraklarımız Türk ordusuna mezar olur” noktasına gelmişti. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş’in Hatay’da yaptığı sert açıklamadan sonra BAAS rejimi uluslararası konjonktürün değişmesinin de etkisiyle Apo’yu Şam’dan sınır dışı etmek zorunda kalmıştı. Artık PKK için Kuzey Irak sadece bir çok kampın bulunduğu stratejik bölge değil, en önemli komuta merkeziydi ve Türk savaş uçaklarının arada bir bombalaması dışında herhangi bir tehdide sahip değildi.
O ‘dört parça’nın Kuzey Irak bölümü, bugün yüksek petrol gelirlerine sahip, çevresi için cazibe merkezine dönüştürülmüş, dış baskıdan arınmış, yüz yıllık hayale ev sahipliği yapan, ulusal bilincin oluşması için ulusal kongreler düzenleyen korunaklı bir alana evrildi. Yıllar sonra anlaşılacaktı ki, Körfez’e işgalci müdahalesi, savaşmadığı hâlde Türkiye’yi Saddam’la beraber iki mağluptan birisi yapmış, diğer yandan ‘dört parça’dan birincisinin zeminini oluşturmuştu.
Şimdi endişe şu: Suriye’ye yapılacak askerî müdahaleden sonra oluşacak yeni statü, tıpkı Irak’ta olduğu gibi ‘ikinci parça’yı da Şam’dan koparır mı? Zaten bütün silahlı altyapı hazır’85 Amerikan hükûmetlerine danışmanlık yapan Luttwak’in New York Times’ta yayınlanan makalesindeki “Taraflardan birisi kazanırsa ABD kaybeder” tesbitini ciddiye almak gerekiyor. Luttwak’e göre, Suriye krizinde ABD’nin çıkarlarına zarar vermeyecek tek sonuç ‘durumun uzun süreli bir çıkmaza dönüşmesi’!.. Yazar, Şam’ın direnişi bastırıp ülkede tek güç olmasının bir ‘felaket’olacağını, İran ve Hizbullah’ın güç ve prestijini arttıracağını, isyancı grupların iktidarı ele geçirmesi durumunda ise ülkede ABD ve İsrail düşmanı bir yönetim doğacağını öne sürüyor. Dolayısıyla geriye tek çözüm kalıyor: Uzun süreli çatışmalar ve çıkmaz!..
İşte bu belirsizlik ve otorite zafiyeti Suriye’yle en uzun kara sınırı olan Türkiye’yi ‘ikinci parça’ açısından çok yakından ilgilendiriyor. Şayet bölgeye sınırlı da olsa bir müdahale gelir ve Kuzey Suriye tıpkı Kuzey Irak örneğinde olduğu gibi işgalcilerin koruma kalkanı sayesinde farklı bir statüye kavuşursa’üniter yapı’yı koruma derdi olan Türkiye’ye yönelik tehdidin kapsama alanı genişler. Bir de doğan boşluktan yararlanarak, Akdeniz’e kadar koridor açılırsa bu Türkiye adına tam bir felaket olur. Türkiye topraklarının stratejik önemini hızla kemirecek olan bu ihtimali ülkeyi yönetenler iyi hesaplamak mecburiyetindeler. Önceki hükûmetlerin ‘kırmızı çizgi’leri Kuzey Irak’ta birer birer buharlaşırken, aynısının Kuzey Suriye’de meydana gelme ihtimali ‘millî’düşünen herkesin dikkate alması gereken bir durumdur.
Denizi yakalamış ‘ikinci parça’ hiç şüphe yok ki, uydu devletin ‘birinci parça’sıyla hızla bir araya gelecek, getirilecektir. ‘Üçüncü’ve ‘dördüncü’parçaların hangi ülkelerin toprakları olduğunu tekrarlamaya gerek yok. Zaten hem PKK tarafında hem de Kuzey Irak’ta gerçekleşen uluslararası kongrelerde bunların nereler olduğu ve ne zaman bir araya gelerek bağımsız bir devlet dönüşeceği açık açık tartışılıyor.
PKK yöneticilerinin ve onların sivil uzantılarının sürekli olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni sıkıştırmaya yönelik tarih vermesi, sürenin gittikçe daraldığı şeklinde tehdit etmesi ve aksi hâlde şehir merkezleri dahil, her türlü savaşa hazır olduklarını duyurması yakın gelecekte ‘üçüncü parça’yı hareketli günlerin beklediğini gösteriyor. Keşke bundan sonrasını ‘güvenlikçi politikalar’ı aşağılayanlar, ‘demokratik’diye atılan adımların terörizmin ‘vura vura kazandık’propagandasına alet olacağını hesaplayamayanlar düşünsün diyebilseydik. Keşke bundan sonrasını güneydoğu meselesinin ‘kemalist rejim’in ‘inkârcı ve asimilasyoncu’hatalarından kaynaklandığına inanıp, meselenin Mustafa Kemal daha doğmadan önce zuhur ettiğini göremeyen sığ ama ukalâ beyin sahipleri dert etsin diyebilseydik.
Diyemiyoruz, çünkü bu ülke bizim.