Öncesi ve Sonrasıyla 12 Eylül - 5

Öncesi ve Sonrasıyla 12 Eylül - 5

Bursa Ülkü Ocakları eski başkanı ve Türk Ocakları eski Genel Başkan Yardımcısı Efendi Barutcu, 12 Eylül 1980 darbesi ile ilgili bir yazı kaleme aldı.

Barutcu'nun yazısı şöyle:

UMUTLARIN VE MESELELERİN YÜKSELDİĞİ “SICAK YAZ’’

Silahlı Kuvvetler güdümündeki bu “yarı askeri rejim”, 1973 seçimlerine kadar devam etti. 1973 yazına girerken Türkiye’de uzun bir dar geçit arkada bırakılıyordu.

Gelişimin yine hızlandığı, umutları büyümüş insanların yeniden şehirleri ve kırları kapladığı; dinamik, gürbüz, sesi duyulan bir Türkiye ortamı yaratmak, modern toplumcu güçlerin ana özlemi ve hedefidir.

Modern düzenlerde orta’nın solu’nda yer alan sivil güçlerin yanı sıra, orta’nın sağ’ındaki siyasal partilerinde ağırlıklarını sivilleşme doğrultusunda koymaları sosyal ve tarihi gerçeklerin bir sonucudur. Yüzlerce yıllık tecrübeleri sayesinde Türkiye modernleşme, büyüme, ilerleme ve özgürleşmeye dönük refleksler kazanmıştır. Kaldı ki hiçbir toplum sınırsız bir süre boyunca olağanüstü şartlarda yaşamaya mahkum kılınamaz. Mahkum ediliyorsa, o topluma ait sosyo-ekonomik kuruluş, olağan şartlarda varlığını koruyamayacak kadar hastalıklı demektir. Türkiye’de kapitalist ekonomik kesimin de, önemli iç ve dış dar boğazları bulunmasına rağmen, 1973 ortalarında ulaştığı genişleme şartlarında olağanüstü yöntemlere bağlanmaktan çıktığı görülüyordu. Yaşanan tecrübenin vardığı sonuç, burjuvaziye geniş halk kesimlerinden aradığı desteği bulabilmesi için ne ölçüde liberal ve demokratik olabileceğini ortaya koymak üzere açık çağrılar çıkarmaktaydı.

Olağana dönüş, bu anlamda temel hak ve hürriyetleri yeniden tamir etmek ve sosyal muhalefetin düşünce, inanç ve özlemlerini demokratik yollardan açıklayabilmesi için gerekli ortamı açmakla eş anlama geliyordu.

Düzeni bekleyen görev, bunalım dönemleri biterken topluma ve ekonomiye dinamizm katan yeni bir normalleşme safhasına hazır olmaktır. Tarih onlara sürekli biçimde bu çağrıyı getirir. [1]

Cumhurbaşkanı KORUTÜRK şöyle konuşur:

“Eski devirlerde ve yeni zamanda bütün dünyada görülen odur ki insan haklarına saygılı olmayan kaynak ve kuvveti hak ve adalet ilkelerine dayanmayan bir devlet idaresi payidar olmamıştır ve olmayacaktır.

İnönü'yü devirerek genel başkan seçilen Bülent ECEVİT’in liderliğindeki CHP seçimlerde en yüksek oyu alarak 185 milletvekili çıkararak birinci parti oldu. CHP ile Necmettin ERBAKAN başkanlığında 48 milletvekili çıkaran Millî Selamet Partisi (MSP), koalisyon hükümeti kurdular. Böylece ortanın soluyla siyasi İslamcıların ittifakı gerçekleşmiş oldu. Bu seçimlerde Adalet Partisi 149 milletvekili, Demokratik Parti 45 milletvekili, Cumhuriyetçi Güven Partisi 13 milletvekili bağımsızlar 6 milletvekili Türkiye Birlik Partisi 1 milletvekili çıkarmıştı. Milliyetçi Hareket Partisi ise her türlü yokluk ve mahrumiyetlerin içerisinde özellikle ülkücü öğrenci gençliğin olağanüstü gayretleriyle ancak 3 milletvekili çıkarabilmişti. Kendisiyle geçtiğimiz günlerde mülakat yaptığımız o dönemin Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Devlet eski Bakanı Sadi Somuncuoğlu ‘’Hareketimizin lokomotifi ülkücü üniversite gençliğiydi.’’ demiştir. 1973 seçimleriyle ilgili bizim de şöyle bir hatıramız vardır. Bizler ülkücü gençlik olarak MHP’nin kayıtlı üyeleri olmamamıza rağmen hayalimizdeki milliyetçi büyük Türkiye idealini gerçekleştirebilmek için işin isin siyasi cephesinde Milliyetçi Hareket Partisini destekliyorduk. Çünkü yukarıda da bilvesile yazdığımız gibi MHP bizim için herhangi sıradan bir parti değil bütün kutsallarımızı yüklediğimiz bir ‘’iman hareketi’’ idi. Bu inançla yollara düşmüş ‘’istiklalin tehlikede olduğu bir zamanda şahsi istikbal düşünülmez’.’ diyerek mütevazı baba harçlıklarıyla dağ ova köy kasaba demeksizin MHP’nin seçim çalışmalarına katılmıştık. O tarihte eğitim enstitüleri ve yüksek öğretmen okulları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olduğu için siyasi partilerde görev almamız kanunen mümkün değildi. Bendeniz Bursa’da köylerde, kasabalarda, ilçe meydanlarında Kürşad Yağmur ismiyle konuşmalar yapıyor seçimler dolasıyla çıkarttığımız gazetede de aynı müstear isimle köşe yazıları yazıyordum. Şimdi düşünüyorum da bu faaliyetlere katılmaktan hiç pişmanlık duymamama rağmen okulumu zamanında bitirip liselerde öğretmenlik mesleğime başlayabilseydim çok daha hayırlı hizmetler yapabilme hizmetler yapabilme imkanımız olacaktı. Kul kaderini yaşayacaktır bizi de kader çok farklı alanlara aldı götürdü. Bursa’daki birinci sıra illetvekili adayımız merhum şehit gazeteci İsmail Gerçeksözdü(Orta Doğu Gazetesinin Başyazarlığını yaparken 4 Nisan 1980 tarihinde İstanbul’da aşırı solcu militanlar tarafından arkadan kurşunlanarak şehit edildi)

Büyük umutlarla başladığımız 1973 seçimlerinde hem Bursa’da hem de Türkiye genelinde beklenen sonuçları alamamıştık. MHP ancak 3 milletvekili çıkarabilmişti. Seçimlerden hemen sonra bütün illerdeki gençlik temsilcilerini Ankara’ya davet ettiler. Bursa’dan bindiğimiz otobüs sabahın erken saatinde bir ekim soğuğunda Ankara’ya ulaştı Tandoğan civarında bir gececi kahvehanesinde çay simitten ibaret konforlu bir kahvaltıdan sonra Bahçelievler’deki MHP genel merkezine gittik. Türkiye’nin dört bir tarafından arkadaşlar gelmişlerdi hiçbirimiz seçimlerin yorgunluğunu üzerimizden atamamıştık. Bir de arzu edilen sonuçlar elde edilemeyince bunun getirdiği maneviyat bozukluğu daha da beterdi. Sabahın ilk ışıkları ortalığı aydınlatırken parti binasının önünde sert bir fren sesiyle beyaz Renault marka bir araba durdu. Arabadan inen Türkeş idi. Arabayı kendisi kullanıyordu. Bizim bulunduğumuz ön bahçeye geldi. Karşımızda bir seçim mağlubiyeti yaşamış parti genel başkanı değil yeni seferlere hazırlanan umutlu, kararlı, azimli mücadele şevk ve heyecanını kaybetmemiş bir lider vardı. Ve ilk sözü ‘’Türk Milletine hizmet ve Türk Milliyetçiliği bayrağını daha da yükseklere çıkarma yolundaki mücadelemiz aynı iman ve kararlılıkla devam edecektir.’’ . Hepimiz bir diriliş müjdesi almış gibi tüm yorgunlukları üzerimizden atmış ve her birimiz kendimizde bütün dünyayla dövüşecek bir güç bulmuştuk. Daha sonraki toplantımızda geniş değerlendirmelerden sonra yepyeni ümit ve heyecanlar kuşanarak şehirlerimize dağıldık

Yeni hükümetin yaptığı ilk işlerden biri Af Kanunu çıkarmak oldu. Bir kısım MSP’li milletvekilleri, solcuların ve komünistlerin Af Kanunu kapsamına alınmasına direndiler. Muhalefetle birlikte oy kullanarak bunların af dışında tutulmasını sağladılar. Ancak CHP, Anayasa Mahkemesi’nde dava açtı. Mahkeme, Meclis’in kararının “eşitlik ilkesi”ne aykırı olduğuna hükmederek affı genelleştirdi. Böylece cezaevlerinde bulunan çeşitli sol fraksiyonlardan yüzlerce militan salıverildi. Bu durum, Türkiye'nin siyasi ve sosyal yapısını derinden etkiledi. Sokakların kan gölüne döndüğü, can güvenliğinin ve huzurun ortadan kalktığı kaotik bir dönemin kapıları açılmış oldu.

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı

Türkiye 1973 genel seçimlerinden sonra yeni umutlara yelken açarken tarih, sürprizlerini de daha o günden hazır tutuyordu. 1973 Temmuz’unun Kıbrıs’ında bir yıl sonrasını, mesela 1974 Temmuz’unda neler olup bitebileceğini doğru biçimde değerlendirmek tümüyle imkansızlaşıyordu.

Bu tarih önünde de körleşme sakıncasıdır.

Geniş bir ihtimaller süreci ve o süreci en ön yargısız bilinç ve sezgi boyutlarıyla algılayabilme gücü, tarihi sağlıklı biçimde kavrayabilmenin özünü oluşturur.

Türkiye insanlarının, önlerine çıkan bir sürü iç meseleyle boğuşmaktan bir türlü kurtulamayışı ve bazen bir meseleyi tam çözümleyebildiği umuduna kapılırken, bir başka meseleler yumağının altına sürüklenmesi- belki de- bir rastlantı değildir.

Dünyayı yöneten akıl, ne yaptığını bilir.

Onun, her zaman için başka tasarıları, başka planları fazlasıyla vardır. Oysa Türkiye’nin insanları da umutlarını yitirmek şöyle dursun, sürekli yükseltmekteydiler. Geniş halk kesimleri, gelecek adına daha demokratik olanı istemekten bir an geri kalmıyorlardı.

Gelişme sancıları çeken bir toplumda, hayat, usta bir mimarin önceden titizlikle çizdiği yapı gibi yükselmiyordu. Milli ve milletlerarası seviyelerde sayısız yönlendirme aracının acımasızca işletilebildiği, karmaşık etki ve tepki süreçlerinin birbirlerini izlediği bir ortamda, kitleler ne siyasi baskılara, ne de kendilerini ezip geçen hayatın zorluklarına katlanmak niyetindeydiler.

1971 yılında ABD’nin baskısıyla haşhaş ekimi yasaklanmasına rağmen , Avrupa ve Amerika'ya yasadışı uyuşturucu girişi devam etmiş, üstelik diğer afyon üreten ülkelerin üretimlerinde artış gözlenmiş ve yeni haşhaş üreticisi ülkelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Diğer taraftan bu yasak, önemli bu gelir kaynağından mahrum olan üreticilerimiz üzerinde sosyal ve ekonomik olumsuzluklara yol açmıştır. 1,5 milyon insan bu yasaktan olumsuz etkilenmiştir. 01/07/1974 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile ilaç hammaddesi ihtiyacının sağlanması ve geçimi büyük ölçüde haşhaş üretimine bağlı olan çiftçilerin hayat şartlarının düzeltilmesi amacıyla haşhaş ekimi ve ham afyon üretimi 7 ilde (Afyon, Burdur, Isparta, Denizli, Kütahya, Uşak ve Konya) serbest bırakılmıştır. Bu karar batı dünyasında özellikle ABD’de çok hoş karşılanmamıştır.

1974 yazında beklenmeyen bir gelişme Kıbrıs’ Yunanistan’daki askeri cuntanın desteğinde ve adayı Yunanistan’a bağlamak için çalışan EOKA örgütünün önderliğinde 15 Temmuz 1974’te Kıbrıs hükümetine darbe yapılmış ve Makarios yönetimi devrilerek Sampson başkanlığında bir darbe idaresi kurulmuştu. Başbakan Ecevit gezide olduğu Afyon’dan Ankara’ya döndü ve Genelkurmaya ‘’Kıbrıs’a müdahale’’ yönündeki yazılı emrini iletti.

Kıbrıs’taki bu darbenin adanın Yunanistan’a bağlanması (ENOSİS) ile sonuçlanacağı bunun da orta vadede bir Türk Yunan savaşına zemin hazırlayacağı değerlendirilmiş ve müdahale kararı alınmıştı. Hükümet 1959 da akdedilen Zurich Antlaşması (Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu antlaşması) gereğince Türkiye ile birlikte diğer garantör devletlerden olan Britanya’yı adaya beraberce müdahaleye çağırdı. Bunun için başbakan Ecevit derhal Londra’ya hareket etti Londra’ya giderken ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ve Bakan Yardımcısı Joseph Sisco ile görüşmeler yapmayı ihmal etmemişti. İngiltere bu teklife yanaşmadı Amerikan tarafının ise 1963ve 1967’nin aksine müdahale karşısında pasif bir tutum takınacağı anlaşıldı.

Kıbrıs’ta EOKA’cı Sampson darbesi ve arkasından Kıbrıs Türklüğü’ne yönelen saldırılar üzerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti Londra ve Zürih antlaşmalarından doğan haklarını kullanarak 21 Temmuz 1974’de milletdaşlarını kurtarmak üzere Kıbrıs’a asker çıkarınca… tüm dünya; “ne oluyor? ‘’ diyerek adeta ayağa kalktı. Türklerin askeri güç kullanarak sınırları değiştirmesine müsaade edemezlerdi. Yoksa Türkler maazallah tarihte olduğu gibi yine fetihlere başlayabilirlerdi.

Kara, sarı ve kızıl emperyalistler, aralarındaki bütün düşmanlıkları bir tarafa bırakarak, elbirliği ile Türkiye’ye karşı askeri ve iktisadi ambargo kararı aldılar… Kıbrıs Harekatı öncesinde kasasında 7,5 milyar doları bulunan Türkiye, “Yetmiş cente muhtaç’’ hale düştü. Petrol stokları tükendiği halde petrol ve istihsal için ham veya yarı mamul maddeleri ithal edemez oldu. Fabrikalar ve traktörler çalışmadığı için, üretim yapılamadı…ancak Türkiye yine de Kıbrıs’tan çekilmedi. Uluslararası güçler bu defa Türkiye’ye düşman yerli ve yabancı bütün örgütlere lojistik destek verdi. Bir taraftan ASALA’yı diğer taraftan DEV-SOL ve DEV-YOL gibi komünist veyahut DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) gibi bölücü akımları güçlendirdi. Anarşi ve terörü azdırdı, Türk halkını hayatından bezdirdi. Türkiye yine de Kıbrıs’tan çekilmedi

Bu arada CIA Yunanistan’da seçimleri Pasok’un kazanacağını, Pasok hükümetinin de seçim sonrasında Yunanistan’ın daha önce NATO’nun askeri kanadından ayrılmış olmasından da istifade ederek VARŞOVA Paktı’na katılacağı istihbaratını aldı… ABD yönetiminin etekleri tutuştu… daha önce Fransa’da NATO’nun askeri kanadından çekilmişti… böyle bir şey olursa NATO parçalanırdı. Üstelik ilk defa bir NATO üyesi üyelikten çekilip Varşova Paktı’na katılacaktı. ABD buna razı olamazdı. Bu yetmiyormuş gibi bir de Sovyetler Birliği Afganistan’ı işgal etti. Dünyanın damına yerleşen Rusların oradan Hint Okyanusu’na ulaşması tehlikesi belirmişti… Humeyni, şahı devirip İran’da iktidarı ele geçirmişti. İran İslam Cumhuriyeti kurulmuştu… böylece de “Yeşil Kuşak projesi’’ de çökmüştü. ABD dış politikası tam bir iflas durumuna düşmüştü. ABD buna rıza gösteremezdi. Yunanistan’da Pasok iktidarı ele almadan, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşü konusunda mevcut Yunan hükümeti buna ikna edildi. Yunanistan genel seçimler öncesinde askeri kanada geri dönecekti… ama bunun için tüm NATO üyelerinin de ikna edilmesi gerekiyordu. Çünkü her üyenin veto hakkı vardı. Herkes razı olduğu halde Türkiye buna rıza göstermedi. Türkiye haklı olarak, önce Yunanistan ile arasındaki ihtilaflı konularının; yani Kıbrıs, Fır hattı, Ege adalarının silahsızlandırılması, kıta sahanlığı ve kara suları meselelerinin halledilmesi şartını ileri sürdü. Aksi durumda veto hakkını kullanacağını açıkladı. Yunanistan ise buna razı olmadı. ABD tam bir çıkmaz içinde kalmıştı “yukarısı bıyık aşağısı sakal ‘’ durumu.

CIA’yı devreye soktu. 1 Mayıs katliamını yaptırdı.(Tarihçi yazar Cemil Koçak Darbeler Tarihi isimli kitabında aşırı solun fraksiyon kavgalarını anlatır ve özellikle 1 Mayıs olaylarında Maocu ve İGD’li militanların silahlı çatışmalarından uzun uzun bahseder).Bu da bilinenin aksine 1 Mayıs olaylarının dış bağlantılarının açık delillerindendir.

Bu olaylar karşısında da Türk hükümeti teslim olmadı. 2. Milliyetçi Cephe hükümetini devirtti. Malatya, Maraş ve Sivas olaylarını kışkırttı. (Maraş olaylarının Adana sıkıyönetim mahkemesindeki yargılamaları sonucu algı operasyonlarının aksine bir tek Mhp üyesi veya Ülkü Ocakları mensubu hiç kimse hüküm giymemiştir) Türkiye direnmeye devam etti, Abdi İpekçi’yi öldürttü.. CHP- Bağımsızlar koalisyonunu düşürttü… Çorum katliamını yaptırdı. MSP ve MHP’nin dışarıdan desteklediği AP hükümeti yine de geri adım atmadı.

Sivillerden ümidi kesen ABD, bu kez askerlere yöneldi. Çok aramasına lüzum kalmadı, o zamanki TSK’nın en üst kademesinde bulunan yeteneksiz ve fakat muhteris beş general ne yazık ki, “üç günlük iktidar uğruna’’ ABD’nin isteklerine boyun eğdiler. ABD’nin ve CIA’nın teşvik ve tahrik ettiği, desteklediği, hatta zaman zaman bizzat gerçekleştirdiği anarşi ve terör eylemlerini bahane ederek, 12 Eylül 1980 günü yönetime el koydular. ABD genelkurmay başkanı General Rogers 12 Eylül’den hemen sonra Türkiye’ye geldi, Türkiye vetosunu kaldırdı ve Yunanistan NATO’nun askeri kanadına, 16 Eylül 1980 günü döndü. Ama ABD sözünde durmamıştı…

“ABD erdi muradına, beşli cunta çıktı kerevetine’’

(Devam edeceğiz)

[1] Ali Gevgili, Yükseliş ve Düşüş, Altın Kitaplar Yayınevi,