Ömer Fethi Gürer'in gözyaşları...
Kendilerine; Türkiye'yi, iktidarının çok önemli bir bölümünü 'FETÖ'yle ortaklıkla, PKK'ya açılımla, Türklükle savaşla' geçirmiş bir zihniyetten kurtarsınlar diye "emanet" edilen oyları, tutup da o zihniyete pazarlayanlar utanmadan "kirli pazarık"tan söz ediyor...
Milliyetçi bir partiyle, milliyetçiliği ayaklar altına almış bir partinin ittifakı sanki çok "organik"miş gibi kurdukları tuzağa düşmeyen rakiplerini "proje ittifak"la suçluyorlar...
"Erken seçim yok, yok, yok"deyip bir anda ülkeyi "baskın seçim"e götüren, bunu da "harp hiledir" diye meşrulaştırmaya çalışanlar "hile" diyor gülünç biçimde...
"Hülle" diyen var, "işgüzarlık" diyen var, "ahlaksızlık" diyen var içlerinde; pişkinlik dereceleri artık ne kadarına elverirse!
Hanidir "vatan, millet, egemenlik, hürriyet, demokrasi, adalet, vicdan" gibi kavramlarla teşriki mesaileri bulunmadığından olmalı, CHP'li vekillerin "yok yere" partilerinden olduğunu yazıyorlar...
Akıl süzgecini öyle üst raflara kaldırmışlar ki, "Kılıçdaroğlu, kararı FETÖ'ye casusluktan tutuklu Enis Berberoğlu'yla görüştükten sonra aldı" diye suyu bulandırmaya çalışırken, Berberoğlu hakkındaki "casusluk" suçlamasının düşmüş olduğu gerçeğini -bilmiyorlarsa bu zırcehaletle nasıl gazete çıkarıyorlar- gizleyerek sadece mide bulandırıyorlar.
Yine akıl süzgeci noksanlığından, "2014'te Cumhurbaşkanı adayını ABD'ye yakın iş adamıyla görüştükten sonra açıklayan Kılıçdaroğlu, 24 Haziran stratejisini de görüştüğü bir kuryeden aldı" iddiasında bulunurken, ABD patentli olduğunu ima ettikleri o Cumhurbaşkanı adayının diğer destekçisinin de hali hazırdaki ittifak ortakları olduğunu ve söz konusu adayın da hali hazırda müttefikleri olduğunu unutuyorlar!
***
Bütün bu kötülükler bir yana...
CHP'ye helal olsun...
Kemal Kılıçdaroğlu'na helal olsun...
Burcu Köksal'a, Mustafa Tuncer'e, Nihat Yeşil'e, Hüseyin Yıldız'a, Ahmet Akın'a, Mehmet Göker'e, Nurhayat Altaca Kayışoğlu'na, Erkan Aydın'a, Tufan Köse'ye, Okan Gaytancıoğlu'na, Tacettin Bayır'a, Çetin Arık'a, Fatma Kaplan Hürriyet'e, Ömer Fethi Gürer'e, Ünal Demirtaş'a helal olsun...
"Önce ülkem" böyle denir işte!
Yeri geldiğinde vazgeçerek, feda ederek, bedel ödeyerek hem partisine, hem ülkesine "kazandırmak" yerine, "küçük olsun benim olsun" kafasıyla kendi kazancına odaklananlar, hayatları boyunca yegane kahramanlıkları(!) "yağcılık", "yalakalık" uğruna ona buna hakaret etmek, iftira atmak, insanların ekmeğiyle oynamak, haysiyetlerine saldırmak olanlar elbette anlamayacaklardır ama CHP yönetimi doğru tanımladı; tezgahı bozan CHP'li milletvekillerinin her biri birer demokrasi kahramanı.
Her birinin soyadını övünçle taşıyacak torunları; onları buna mecbur edenlerin torunları gibi utançla eğmek durumunda kalmayacaklar başlarını.
***
Ve bunlar da bir yana...
"15'ler"den Ömer Fethi Gürer'in gözyaşları bir yana...
Gazeteci İsmail Saymaz konuşmuş Gürer'le, "Ben anne karnından CHP'liyim" demiş. Lafın gelişi de değil ha, annesi Ömer Fethi Bey'e hamile olduğu sırada CHP Kadın Kolları başkanıymış aynı zamanda!
CHP milletvekillerinin verdiği yazılı soru önergelerinin yüzde 85'inin altında imzası var... 116 kanun teklifi, 3786 yazılı soru önergesi vermiş ki bu CHP'nin toplam performansının yarısı, üç aşağı beş yukarı... "İşçinin, çiftçinin, emekçinin Meclis'teki sesi" olarak tanıyor, anıyor onu seçmeni...
Böyle bir "dava adamı"nın, partisinden sembolik bile olsa "ayrılma görevi"ni yerine getirirken döktüğü gözyaşları, bütün karalamaların aksine bunun bir oyun değil samimiyetle, inançla çıkılan yeni bir adalet yürüyüşünün, vicdan ayaklanmasının ilk adımı olduğunun delili.
Ve...
Gürer gibi insanların hayatlarını, dünlerini, anılarını, kişisel tarihlerini tereddütsüz ortaya koymuş olmaları, 24 Haziran'a dair sergilenecek mücadelenin, 16 Nisan için verilen mücadelenin akıbetine uğramayacağının; yani son gece sahipsiz bırakıl(a)mayacağının da işareti...
***
Bir de...
Yakasındaki "altı ok"u çıkaran Gürer'in gözyaşları, yakasındaki üç hilali çıkarmak durumunda kalanların içlerine akıttıkları gözyaşlarını çağrıştırdı nedense bana.
Türk siyasetine bu sürgünü yaşatanlar bir şeyi unutuyorlar;
İstanbul'un işgale uğradığı mütareke günlerinde de Ankara bir "gönüllü sürgün" yeriydi Kuvayı Milliye kahramanlarına!
Bu sürgünün kaçınılmaz sonucu olarak doğan İYİ Parti'yi, 18 Nisan 2018 itibarıyla sadece bir siyasi rakip olmaktan çıkarıp, demokrasi adına savunulması zaruri hale gelen bir "kale"ye dönüştürenler, "keşke siyaseti daha namuslu, daha ahlaklı yapsaydık, insanlıktan çıkmasaydık" diye başlarını taşa vurmaya başlamışlar mıdır acaba?