Öğretmenin "bugünü"
Türkiye Kamu-Sen Adana İl Başkanı Selahattin Dolgun, Türk Eğitim Sen Genel Merkezi tarafından, Öğretmen Günü vesilesiyle yapılan anketin dramatik sonuçlarını paylaşmış:
"Yüzde 75.4'ü öğretmen, yüzde 12.7'si müdür yardımcısı, yüzde 11.1'i müdür, yüzde 0.8'İ de müdür başyardımcısı olmak üzere 21 bin 313 kişinin katıldığı ankete göre;
Öğretmenlerin yüzde 15.3'ünün aylık geliri 2 bin 220-2 bin 500 lira, yüzde 50.9'unun 2 bin 501-3 bin lira, yüzde 22.6'sının 3 bin 1-3 bin 500 lira, yüzde 11.2'sinin de 3 bin 501 lira ve üzeri...
Öğretmenlerin yüzde 79.3'ü son 5 yıl içinde banka kredisini kullanmış, yüzde 77.6'sı "her zaman" kredi kartı kullanıyor ve yüzde 41'i bu kartın borcunu ödeyemiyor.
Ankete katılanların yüzde 86.6'sı son bir yıl içinde alım gücünde azalma olduğunu belirtiyor.
Öğretmenlerin yüzde 28.4'ünün "en büyük lüksü" tatile gitmek veya seyahat etmek, yüzde 27'sinin dışarıda yemek yemek, yüzde 18'inin alışveriş yapmak... Herhangi bir hobiye zaman ayırmak, sinema, tiyatro, konser, spor salonuna gitmek vs. de "büyük lüksleri" arasında öğretmenlerin!
Öğretmenlerin yüzde 25.7'sinin evi ipotekli.
Yüzde 88.7'si ek gösterge 3600'e yükseltilirse ve öğretmenlere yıpranma payı verildiği takdirde emekliliği hak ettiğinde emekli olacağını söylüyor.
Sıkı durun... "Öğretmen"lerin "öğrenmeye" ayırdıkları zaman;
Hafta bir kitap okuyabilenlerin oranı sadece yüzde 17, ayda bir okuyabilenler yüzde 27... Gerisi "ayda yılda bir kitap" ancak okuyor!
Öğretmen açığı malum; atamalar yetersiz...
Bu koşullarda görev yapan öğretmenlerin yüzde 41.4'ü öğrenci veya veli şiddetine uğruyor..."
"Okuyup adam olmuş" haliyle bu koşullara mahkûm olan öğretmenlerden "ideal" yüklü nesiller yetiştirmelerini bekliyoruz biz de;
Bir tek -o da şimdilik- hayal kurmak parayla değil çünkü!
*
"Hürriyetçi demokrasi" hatırlatması
Yaşar Albostan, "yeniden okumanın ve okutmanın tam zamanı" diyerek, Alparslan Türkeş'in ortaya koyduğu Dokuz Işık vizyonunun "Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik" maddesini yollamış. Albostan'ın "Ülkü Ocakları'nın internet sitesinden aynen alınmıştır" diye vurgulayarak paylaştığı metin hayli uzun, dolayısıyla biz özetleyerek iletelim:
"İnsanlar için mutluluk her şeyden önce hür olmaya bağlıdır. İnsanlığı aşağılatan en tiksindirici hâl insanların köle olmaları, köle yapılmalarıdır. Biz millî doktrin Dokuz Işık'ta ne başkalarını uşak olarak kullanmayı, ne de başkalarına uşak olmayı kabul eden bir görüşü esas almış bulunmaktayız. İnsanları aşağılatan, en tiksindirici hâl olan, köleliğe karşıyız. Türk milletinin, Türk toplumunun her manada özgür olmasıyla mutlu olacağına, yükselebileceğine inanmaktayız. Bu bakımdan her ne bahane ile olursa olsun, her ne isim altında olursa olsun insanları hürriyetsizliğe sürükleyen her çeşit davranışa karşıyız...
Türk milleti için uygun gördüğümüz yönetim sistemi de "Hürriyetçi demokrasi" sistemidir. Bu bakımdan demokratik nizamın korunması, geliştirilmesi ve demokratik nizam içinde halkın desteğinin sağlanması Dokuz Işık görüşü için başlıca esastır. Hürriyetçilik ilkesiyle beraber Halkçılık deyimini de kullanmaktayız... Bununla, halkın yaşayışını paylaşarak, halkın yükseltilmesini birinci plânda düşünerek, halkın dertleriyle yoğrularak halkla el ele iş birliği yapmak suretiyle halk için ve halk tarafından her hareketin düzenlenmesi ve yürütülmesi fikrini kastetmekteyiz.
Halka rağmen hareket etmeyi doğru ve uygun bulmamaktayız. Türk milletinin yükselişi, milliyetçilik ülküsünün siyasî hareket olarak gelişmesi her şeyden önce "halk demokrasi"sinin Türkiye'de yaşatılmasına. ve geliştirilmesine bağlıdır... Bunun için halkçılık ve hürriyete dayanan halk idaresi millî doktrinin temel görüşüdür.
Bir insana "hürsünüz işte size siyasî haklarınızı tanıyoruz, istediğiniz yere reyinizi verebilirsiniz", fakat arkasından el altından "Şu tarafa rey vermezseniz işinizden çıkarırım" korkusunu, tehdidini koyarsanız, onun hürriyeti bir mana ifade etmez. Veyahut "Bu tarafa rey verirseniz akşam eve giderken beş tane adamım sizi çevirir, adamakıllı döver" gibi tehdit eder bir durum ortaya çıkarsa, hürriyetin anlamı kalmaz..."
*
Tabandan tavana "açık mektup"
Kendisini "Anadolu ülkücüsü-Milliyetçi demokrat" olarak tanımlayan Kazım Yalçın, MHP Genel Başkanlığı'na yazdığı açık mektubu yayımlamamızı rica etmiş. Elçiye zeval olmaz ama ben yine de -Yalçın'ın da anlayış göstereceğini tahmin ediyorum- bu köşenin kendi hassasiyet ve ölçüleri çerçevesinde, maksadını aşabileceğine inandığım bölümleri çıkararak yayınlıyorum:
"Sayın genel başkanım,
(...) 2002 yılından günümüze yapılan tüm seçimlerde aynı şeyleri söyleyerek farklı sonuç bekliyoruz ama 1 Kasım seçimlerinde görüldüğü üzere olmuyor işte.
Tabiri caiz ise Türk milliyetçilerinin bir atımlık barutu kaldı.
Ülkücü iradenin ışığıyla eğitip yetiştirdiğimiz evlatlarımıza istikbal lazım. Ülkücü iktidar lazım. Ekonomik yeterlilik olmadan özgür olunamaz. Özgür olmayan bireylerden de dik durmasını bekleyemeyiz. Evlatlarımıza, ülkücülere ayakta durabilmeleri için, hayasızca akınlara direnebilmeleri için iş, aş, eş lazım. Ama evlatlarımız kamuda iş bulamaz durumlara geldiler. Her Türk ülkücü doğar ama ülkücü olarak ölmesini sağlamak biz büyük ülkücülere düşer, vebali sizin ve bizim omuzlarımızdadır.
Aynı şekilde halen kamuda çalışan ülkücüler de imdat etmekteler. Liyakati rafa kaldırıp sadakati yükselme kriteri olarak uygulayan iktidar sürecinde biat edip teslim olmayan ülkücünün yükselmesi, kritik makamlarda görevlendirilmesi hayalden de öte bir hal almıştır. 2002 yılına kadar ülkücü hareket siyaseten iktidar olmasa bile, fikriyatımızın iktidarda olduğunu biliyor ve görüyorduk. Şimdi bırakalım fikriyatımızın iktidarını, davamızın zikrini dahi edemez durumlardayız.
Üniversite gençliğimizde büyük sorunlarla boğuşmaktadır. Ülkücüysen burs çıkmıyor, yurt çıkmıyor, PKK, sol terör ve yeşil faşistlerin ortak baskılarına nereye kadar dayanabilecekler?
Yine benzer şekilde milliyetçi iş adamlarımız ihalelerden dışlanarak, iş ve işlemlerinde bürokratik engellemelere maruz kalarak, vergi ve mevzuat tehditleriyle hareket edemez hale getirilerek daha nereye kadar direnebilecekler?
(...) Son söz olarak sayın genel başkanım şunu ifade etmek isterim ki ;
Post-modern mankurtlaştırma sürecini sonlandırıp tersine çevirecek acilen tarihi bir hamle yapılması gerekmektedir. Aksi durumda ülkücü hareket fikriyatıyla birlikte tarih sahnesinden silinip gidecektir. Allah esirgesin..."
*
MHP en haklı olduğu zamanda neden oy kaybetti?
Ahmet Muzaffer Eşme, şu günlerde MHP yönetiminin de cevap aradığı soruya dair yazmış:
MHP, bu kadar haklı çıkmış iken nasıl oldu da oy kaybetti?
7 Haziran'dan sonra özellikle çözüm sürecinin kanlı sonuçları dolayısıyla AKP içinde bile MHP'ye yöneliş başlamış olduğu halde partinin 1 Kasım akşamı sandıkta hüsranla baş başa kalmasını, birçok ülkücünün aksine AKP ile koalisyon yapmamasına değil de yapmak için yeşil ışık yakmasına bağlıyor.
MHP'nin işini zorlaştıran en önemli hallerden biri de bu aslında; mensupları aynı konularda taban tabana zıt pozisyon alabiliyor, hem de sıklıkla. Ve yönetim "aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık" ikilemine sıkışıyor her defasında.
Eşme şöyle formüle ediyor seçmenin MHP'den AKP'ye dönüşünü:
"MHP= A
AKP= B
CHP= C
HDP=D
Elinde 1 lira var ve bununla 1 tane hisse alma imkanın var.
A ) A hissesi; B hissesi ya da C hissesi belli şartları yakalar ise para getirir.
B) B hissesinin ise şartları daha olgun ve kendi başına avantajları var. Kayıp yaşarsa dahi A hissesi ve C hissesi ile değerlendirilip, yine kazanç getirebilen bir hisse.
Borsaya girsen bu hisselerden hangisini tercih edersin?
Sonuçta B hissesinin meşru olduğunu alıcılarına sen söyledin!"