Öğrenilmiş demokrasi

Olağan şartlarda, farklı mahallelerden, farklı gelenek ve farklı ideolojik aidiyetlerden gelen altı siyasi parti genel başkanı arasında anlaşmazlık çıkması değil hemencecik anlaşmalarının "sorun" olarak algılanması gerekirdi.

Muhalefetin iddiası, adaylarının aynı zamanda, kesin olarak "13. Cumhurbaşkanı olacağı" olduğuna göre, Türkiye Cumhuriyeti''ni ikinci yüzyılına taşıyacak olan bu kişinin kim olacağının da, hangi yöntemle seçilmesi gerektiğinin de tartışılması, krize yol açması, itirazla karşılanması, sancılı bir ikna süreci yaşanması değil de sorgusuz sualsiz, kayıtsız şartsız kabulü endişelendirmeliydi hepimizi.

Anlaşmakta zorlanmanın nedenlerini, niçinlerini değil de "Nasıl böyle bir çırpıda, bu kadar kolay anlaştılar"ı didikliyor olmalıydık.

*

Tamam, eyvallah, "mevzubahis vatan", dolayısıyla gerisi teferruat olmalı.

Ancak, o vatana yükledikleri anlam da, kurtuluş ve yükselişine dair geliştirdikleri yollar da bambaşka olan -öyle ya bu farkı taşımıyor olsalar zaten "tek parti"de buluşmuş olurlardı- altı liderin bu "başka yollar"ın ortasını bulmak üzere, kendi yollarından birer adım geri yahut ileri çıkıp da orta yolda buluşurken hiç mi önlerine arkalarına bakmayacaklar, hiç mi ölçüp tartmayacaklardı?

Asıl heveskâr tasdikçiliğin kuşkuya namzet olması beklenmez miydi?

*

Böyle olmadı.

Aklını, mantığını, vicdanını rafa kaldırmamış olan herkes şehadet etti ki, 6''lı Masa''nın, Cumhurbaşkanı adayı, dolayısıyla da kendi iddiaları uyarınca "13. Cumhurbaşkanını" belirleme sürecinde "itiraz geliştirmek" yadırgandı.

Tartışmak ayıplandı.

Farklı ihtimalleri hatırlatmak, öneriler sunmak, fikirler uçuşturmak alerjik reaksiyonla karşılaştı.

Emme basma tulumba misyonunu reddediyor olmanın altında "bit yeniği" arandı; çıkar, satış, ihanet…

*

Demokratik bir hakkın kullanımı anlaşılamadı, anlamlandırılamadı.

Bir siyasi liderin, herhangi bir konuda nihai kararı vermeden önce parti kurullarına "danışması", "istişare etmesi", onların muhalefetine saygı duyması gereksiz bulundu.

Üstelik de "demokrasi"yi en dilinden düşürmeyenlerimizce.

Partisi tarafından "tam-tek yetkili" kılınmamakla eleştirildi.

Üstelik de siyasi partiler kanununun değişmesi gerektiğinden dem vuranlar, lafa gelince "lider sultası"ndan yılmış olanlar, parti içi demokrasi özlemi içinde olanlarca!

*

Yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz bir şey olmalı; çıkardığımız dersler. Yoksa boşa tüketilen günlerin toplamından ibaret kalır "ömür"ler.

Naçizane, son 5-6 gündür yaşananlara bakınca, tecrübe etmekten hiç haz etmediğim ama inkârı da mümkün olmayan bir durum var; vahim:

AK Parti iktidarının, yirmi küsur yıldır, "demokrasi" adı altında uyguladığı ne kadar anti-demokratik usul varsa, çok yazık ki yerleşik hâle gelmiş.

Toplum, yirmi yıldır maruz kaldığı biat düzenini büyük oranda içselleştirmiş; "demokrasi"nin öyle bir şey olduğunu varsayarak hem de!

Karşı olduğu ne varsa sinsice kendi bünyesini de ele geçirmiş.

Öğrenilmiş çaresizlik gibi öyle esir almış ki kişileri; öğrenilmiş demokrasi de bağnazca kapatıyor bütün kapılarını "aslında öyle olmadığını" anlatmaya ve dahi kanıtlamaya çalışanlara.

*

Gelelim bunları neden yazdığıma…

Yazdım, zira, muhtemel yeni iktidarın, devleti yeniden bir hak, hukuk, adalet, teamül düzeni içinde yapılandırmak dışında çok önemli bir görevinin daha olacağını, olması gerektiğini de öğretti son yaşananlar:

Yeni baştan bir toplum oluşturmak;

Aklı hür, vicdanı hür, irfanı hür bireyler toplamı olan bir toplum.

Tersi halde hiçbir farklı yahut özgün fikrin üreme, hiçbir düşüncenin gelişme imkanı bulamayacağı bir taassup düzeninden gayrısını miras bırakamayız çocuklarımıza.

Ne bilim gelişebilir böyle çorak bir ortamda.

Ne sanat.

Ne siyaset.

Ne başka herhangi bir şey…

DAVUTOĞLU…

Allah''ın bildiğini kuldan saklayacak değilim.

6''lı Masa''ya dahil olduğu günden itibaren hep bir potansiyel maraza unsuru olarak bakıldı Ahmet Davutoğlu''na.

"Karıştırsa karıştırsa çarşıyı o karıştırırdı."

Hiç yoktan alınır, kırılır, bir bardak suda fırtına koparırdı.

Ha hır-gür çıkardı, ha patırtı kopardı diye eli kolunda bekleyenlerin sayısı hiç ama hiç de az değildi.

Hatta, iktidar yandaşları ellerini ovuşturuyorlardı; "Davutoğlu oldukça o masa iflah olmaz, dağılması kaçınılmaz."

Ve fakat…

Günlerdir paylaşılan kulislere, "Masa diyalogları"na, oturanlara kalkanlara bakıyorum da, hemen herkesin "hikayesi"nde Davutoğlu hep "sakinleştirici" pozisyonda.

Gerçekte de her şey dışarıya yansıtıldığı gibi yaşandıysa; uzun bir helalleşme kuyruğu oluşması lazım kapısında.

Öyle böyle değil; bayağı bir hakkına girilmiş zira.

Yazarın Diğer Yazıları