Ödül, nodül ve dahası...
Önce bir düzeltme yapalım. Dün kaleme aldığımız, “Viyana kapılarından ikinci dönüş” başlıklı yazımızda eski Avusturya Cumhurbaşkanı Kurt Waldheim’ın AKP döneminde ihdas edilen TBMM ödülünü aldığını yazmıştık. Acele ettik, yanıldık. Wealdheim’a verilen ödül, Kenan Evren döneminde ihdas edilen “Atatürk Ödülü” dür. Düzeltir; okuyucularımızdan ve yazıda (konu ile ilgili) adı geçen tüm taraflardan özür dileriz.
TBMM’de 2005 yılında ihdas edilen ödüller, “Üstün Hizmet Ödülü” ve “Onur Ödülleri”dir. Tabii, bu yanılgımız gerçeği değiştirmiyor. Avusturya devlet ve hükümeti, devlet ve hükümet başkanlarının katılımı ile düzenledikleri uluslararası bir toplantıda, devlet ve hükümet başkanı olmayan İsrail Savunma Bakanı Ehud Varak’ı, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e tercih etmişlerdir. O Avusturya ki, Türkiye Cumhuriyeti Meclisi tarafından “Atatürk Ödülü” ile ödüllendirilmiş Kurt Waldheim isimli bir cumhurbaşkanlarına sahipti.
Bu hadise elbette ki “Türkiye’nin itibar göstergesi” bakımından her vatandaş için “acı verici” bir tablodur.
Bir kardeşimiz “Erdoğan ve hükümetinin hiç mi iyi bir icraatı yok” diye bizi eleştiriyor. Daha doğrusu bu tür eleştiriler hiç de az değil. Önce, Sayın Başbakana “Büyük geçmiş olsun” diyoruz. Geçirdiği ciddi ameliyat sonrası incelenmesi için gönderilen nodüllerin temiz çıkmasına inanın çok sevindim. Gün 24 saat kendi hastalığı ile boğuşan biri olarak “sağlık nimetinin” kadrini çok iyi bilen bir insan olarak, bırakınız bir insanın, küçük bir sineğin bile acı herhangi bir sebeple kıvranmasına, bir bitkinin gözümün önünde solmasına öyle içerliyorum ki... O anda o sinek de, o bitki de sanki bana bakıp, “Benim için yapacağın bir şey yok mu?” diyor. O an ben de kendimce o “çaresiz için çareler” arıyorum. Bu cümleden olarak Erdoğan Hükümetinin bizim için yaptığı en iyi şeylerden biri “Kapalı mekânlarda sigara içme yasağını” getirmiş olmasıdır. Bunun faydasını sürekli görüyorum. Yine, son dönemde, “KCK’nın paralel devlet yapılanması” ile ilgili başlatılan kararlı mücadeleyi de olumlu bulanlardanım. Neleri eleştirdiğimiz ise ortada. Bunların cümlesi Türkiye Cumhuriyeti vatan ve devleti için “hayatî” konular. Yani, yanında diğer konuların teferruat kaldığı konular. Sonra, AKP iktidarının yeterince ve hatta oldukça abartılı “övücüsü” var. Üstelik bu devir AKP’yi övenlerin ihya olduğu, eleştirenlerin kimyasının bozulduğu bir dönem.
Yani biz “zarara taraf” cenahtayız.
Üstelik “hiç değmediğimiz” daha doğrusu “Şeytan taşlamaktan ibadete fırsat bulamadığımız” taraflar da var.
Yani?
Yani efendim yapılan ve hayatî tehlike doğuran icraatları eleştirmekten yapılması şart olan ama Hükümetin bir türlü el değdirmediği konulara kalem dokundurmaya fırsatımız olmuyor.
Meselâ dinimizde “haram yemek” günahtır; yiyen eleştirilir, tövbeye davet edilir. “Adaleti ortadan kaldıran” uygulamalar da günahtır, sebep olanlar tövbeye ve yapılan adaletsizliği telafi etmeye çağrılır. Bizim genelde iktidar söz konusu olduğunda yaptığımız, yani iktidarın yaptıklarını doğru bulmadığımız bu tür eleştirilerdir.
Bir de yapılması gerektiği halde yapılmayanlar vardır. Meselâ zekât verecek durumda olduğu halde zekât vermemek gibi... İktidar, sorumluluğunu üstlendiği 70 küsur milyon insanın geçmiş, gelecek ve istikbali ile ilgili her derdinden mesuldür. “Duymadım” diyemez, hele “Bana ne” hiç diyemez. Bu problemleri çözmeden de meselâ bal yiyemez, devlet ihalelerinden yandaş zenginler türetemez, siyaseti devlet imkânları ile finanse ettiremez. Hem topladığı vergilerin hak ve adalet içinde toplanmasının hem toplanan vergilerin mutlak adalet içinde halka hizmet olarak geri dönüşünün hesabını şeffaf bir şekilde vermek zorundadır. “Söylemem, bankalar yasası engel” diyemez, “Ticaret kanunu izin vermiyor” sütresine sığınamaz. Yalnızca bu kadar mı?
Hayır.
Bir iktidar, işgal edilen makamdaki her dakikanın da hesabını vermek zorundadır. “Biz hesabı ancak Allah’a veririz” gibi bir zihniyet varsa, dostça söylüyorum, o kişi farkında olarak yahut olmayarak kendini Peygamberden de üstü görüyordur. Allah korusun. Çünkü peygamberler ve özellikle peygamberlerin de peygamberi Hz. Muhammed(s.a.v.) ashabına hesap vermiştir. Peygamberlerin kara kutuları, karanlık anları asla yoktur.
İşte böyle...
Hâl ve akıbetimiz hayrolsun inşallah...