O zaman "aman ben zarar görmeyeyim"
Dünkü Yeniçağ ziyaretinde, Meral Akşener yarı şaka yarı ciddi, aynı karede görünmeyelim diye büyük ihtimam gösterdi! Karşılarken, sohbet sırasında, uğurlamada, çekilen "hatıra" fotoğraflarında, "Selcan olmasın" dedi her deklanşöre basıldığında; oradaydım ama "yokmuşum gibi" geçti kayıtlara! Hani yarın bir gün "orada" olduğumu duyup da soran olursa "Kurumsal bir ziyaret olduğundan, gazetenin yazarı olarak mecburen, nezaketen, bedenen oradaydım ama ruhum da, gönlüm de bir an olsun uğramadı oraya" diyebilme/oynayabilme/kıvırabilme alanı açtı sağ olsun bana;
"Zarar görmeyeyim" diye!
"Dostluklarım bozulmasın" diye!
"Gönül bağlarım kopmasın" diye!
Vs... Vs...
Zemin hayli sert ya şu ara; maazallah adını bile bilmediğim, hayatımda hiç karşılaşmadığım, konuşmadığım çocuklar, kırk yıllık ahbapmışız havasında "ikinci tekil şahıs"lı, yargısız infazlı ve bolca "talimat"lı, "had"le sınırlamayı unuttukları yazılarında "hainimsi"likten "katmerli hain"liğe terfi ettiriverirler filan...
Sonra "aslında" ne düşündüğünü, nerede durduğunu ispata uğraşsın dursun Selcan!
***
Damdan düşenin halinden en iyi damdan düşen anlar; tahmin etmek zor değil Akşener'in "pozitif ayrımcılığının" sebeplerini, bu "hassasiyet"inden ötürü kendisine teşekkür de ediyorum ama;
Gördüğümüzü görmemiş, duyduğumuzu duymamış, konuştuğumuzu konuşmamış gibi yaparak sürdürülebilecek iş değil gazetecilik.
Derler ya;
Ya bu deveyi güdeceksin, ya bu diyardan gideceksin...
Yıllardır yapmadıkları, yazmadıkları, söylemedikleri yüzünden yargılanan biri olarak yaptıklarımın, yazdıklarımın ya da söylediklerimin hesabını vermekte zorlanacağımı zannetmiyorum.
Tek sorunum/sorum;
Bir gazetecinin işini yaptığı/yapmaya çalıştığı için suçlanması normal bir durum mu?
İşlerine öyle geldiğinde basına "tarafsızlık" çağrısı yapanlar, tarafsız bölgeden bakınca görünen manzara işlerine gelmediği zaman neden aynı basına "kendi pencerelerinden" bakmayı yani aslında "taraf" olmayı dayatmaya kalkarlar?
Bir grup gazetenin/gazetecinin "özgürlüğü" için üstlerini başlarını parçalayanlar, "basın hürdür" diye bedenlerini "devlete" dahi karşı kalkan edenler neden başka bir grup gazetenin/gazetecinin temel hak ve hürriyetini kullanmasına tahammül gösteremez ve onlara karşı, tam da önlerinde siper aldıkları o diğer gruptaki gazete ve gazetecilere reva görülmesini kınadıkları tavrı alırlar;
Reva mı?
***
Ortada bir vak'a var. Üstelik de öyle sadece siyaset kulislerinde, üst düzey politik kritiklerde filan değil köy kahvesinde, mahalle bakkalının önündeki iskemle sohbetinde, kadınların altın gününde filan dahi konuşulur hale gelmiş bir vak'a; yokmuş gibi davranarak ondan kaçabileceğiniz bir yer kalmamış artık; sokağa düşmüş!
Gözümüzü mü kapatalım geçerken yanından?
MHP'de, 1 Kasım'da alınan sonuçtan ötürü, seçimli kongreye gidebilmek için tüzük değişikliği yapmak üzere olağanüstü kongrenin toplanmasını talep eden bir grup var ve bu grup bu taleplerinin yerine getirilmesi için her türlü siyasi-hukuki hamleyi yapmakta kararlı görünüyor;
Vaka bu.
Yalan mı?
Değil.
İftira mı?
Değil.
Hakaret mi?
Değil.
Birini desteklemek mi?
Değil.
Birini kösteklemek mi?
Değil.
Bu vakanın varlığını kabul etmek ve bu merkezdeki gelişmeleri haberleştirmek, doğru-yanlış kişiden kişiye değişebilir ama bunu aklının erdiğince yorumlamaya çalışmak -halkın haber alma özgürlüğü diye bir şey var ve o özgürlüğü de bizler tesis etmekle yükümlüyüz ya- neden bir siyasinin gazeteciyi "esirgemesi"ni gerektiren bir "tehlike" arz etsin peki?
İki dakika, en azından kendinize karşı dürüst olun; dün şakaya vurduğumuz bu "hâl" bile başlı başına bir skandal!
Onun için Meral Akşener'in benim için endişelenmesine gerek yok;
İşini yaptığı için kopar mı hiç insanların gönül bağı? Öyle bir durum varsa; zaten birbirine hiç bağlanmamış demektir o gönüller aslında...
Sonra...
Her gün bir/birkaç gazetecinin adliye koridorlarında hukukla dövüldüğü, kelepçelendiği, hapsedildiği, haksız yere yıllarının gasp edildiği, tehdidin, şantajın gırla gittiği, şehitleri olan bir mesleğin mensubu olarak birkaç çatık kaş, birkaç sitemkâr söz de düşüversin payımıza; bunu "zarar"dan saymak ayıp olur başına gelmeyen kalmamış onca meslektaşımıza...
Her şey geçer; onurumuz kalsın yeter...
***
Meral Akşener'le konuştuklarımızı "siyasetin haysiyetsizleştirilmemesi" üzerinden değerlendirecektim; "koruma iç güdüsü"ne takılınca "gazeteciliğin haysiyeti" üzerine yazmak durumunda kaldım... Dolaylı da olsa Meral Hanım'ım maksadı hasıl oldu sanıyorum; böylelikle girmemiş oldum "MHP ve kongre süreci" mevzuna...
(Yazar burada muzip gülümser; "üç nokta" bir nevi "devam edecek"tir ne de olsa!)