Gazete Duvar'dan Özlem Akarsu Çelik'e konuşan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Katar'dan alınan uçakla ilgili olarak, "Bu bir anlamda Türk halkıyla alay etmek demektir ki “Satın alacakken Katar Şeyhi hibe etti” diyor. Bu da çok acı bir itiraf. Bir ülkenin cumhurbaşkanı bir başka ülkenin bağışladığı bir uçağa, otomobile binemez!" ifadelerini kullandı.
Kılıçdaroğlu'nun açıklamalarından satır başları şu şekilde:
"O UÇAĞI İADE ET RECEP BEY!"
"Türkiye bir ekonomik krizin içindeyken ve bu krize kaynaklık eden ana unsur siyaset unsuru iken ve ülkede herkes bir gelecek endişesi taşırken ülkenin cumhurbaşkanının böylesine lüks bir uçağı kendisi için satın almak istemesi başlı başına bir felakettir. Bu bir anlamda Türk halkıyla alay etmek demektir ki “Satın alacakken Katar Şeyhi hibe etti” diyor. Bu da çok acı bir itiraf. Bir ülkenin cumhurbaşkanı bir başka ülkenin bağışladığı bir uçağa, otomobile binemez! Türkiye Cumhuriyeti’nin onuruyla oynamaktır bu. “Hibe” diyor, sonra “Hediye” diyor. “Hibe” demek “Bağış” demek. Türkiye Cumhuriyeti neden bağış kabul eder? O uçağı bağış olarak kabul etmesini gerektiren tablo nedir? Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin diğer ülkelerle karşılıklı “hibe” anlaşmaları olmuştur ancak bunların tümü bir ihtiyaca istinaden gerçekleştirmiştir. O uçak hibeyse hangi ihtiyaca istinaden kabul edildi bu hibe? Sonra da “Hediye” diyor. Bu çok daha ayıp! Ülkeler arasında hediye alış verişi de olur. Ancak bu hediyeleşmenin de ahlaki, vicdani bir sınırı vardır. Toplam maliyeti bir milyar dolara yakın bir uçak neden hediye olarak kabul edilir?"
Yeniden soruyorum, ülkemiz ağır bir ekonomik tabloyla karşı karşıyayken neden Katar Şeyhi’nin satılığa çıkardığı bir uçağa talip olunur? İkinci soru, neden hibe ya da hediye bu uçak kabul edilir? Bu lüks, şatafat ve gösteriş düşkünlüğünden başka bir şey değildir. İşsizlik oranları artıyor, ardı ardına işletmeler kapanıyor, iğneden ipliğe her şeye zam geliyor. Kendisi bile çıkıp “İsraf ekonomisinden üretim ekonomisine geçiyoruz” diyerek israf ekonomisi nedeniyle ülkenin içinde bulunduğu tabloyu itiraf ediyor sonra da çıkıp milyar dolarlık uçağa talip oluyor. O uçağı iade et Recep Bey. Onurun varsa o uçağa binme ve iade et.
"İYİ POLİS-KÖTÜ POLİS ROLÜNÜ ÜSTLENDİLER AMA HERKES O KADAR SAF DEĞİL"
Türkiye ekonomisinin bu noktaya gelmesinin sebebi anlattığınız gibi liyakatten yoksun yöneticiler, israf ve yolsuzluklar mı yoksa dış güçler mi?
Bunların dış güçlerin oyunuyla ne ilgisi var. Türkiye Varlık Fonu Anonim Şirketi’nin başında Cumhurbaşkanı’nın ne işi var? Bunun dünyada örneği yok ama 2015’ten beri hayali bu. “Ben memleketi bir şirket gibi yöneteceğim” diyordu. O nedenle ‘Merkez Bankası’ndan (MB) şikâyet ediyorsan onu da kendine bağla, MB Başkanı ol, ister faizi arttırırsın, ister sıfıra indirirsin’ dedim.
Perşembe günü Para Politikası Kurulu’nun faiz açıklamasının hemen öncesinde Cumhurbaşkanı Merkez Bankası’nı hedef alan sert bir açıklama yaptı ve ardından faiz oranı yüzde 6.25 oranında arttı. Sizce bu danışıklı dövüş müydü?
Öyle. İyi polis, kötü polis rolünü üstlendiler. Ardından Berat (Albayrak) Bey de onun tercümesini yaptı, “Bakın, siz MB bağımsız değildir diyordunuz, işte bağımsız!” Dünyaya bu mesaj verilmek isteniyor ama herkes o kadar saf değil. Bakın, Erdoğan’ın konuştuğu ve yaklaşık iki saat sonra Merkez Bankası faiz arttırdığı günün sabahında, saat 09.00 itibariyle bir spekülatörün 1 milyon dolar aldığını düşünün. Erdoğan’ın, TESK’te yaptığı konuşma bittiğinde dolar 6.54’ü gördü. Aynı kişi sabah aldığı bir milyon doları satsa karşılığında 6 Milyon 540 bin TL alacak. Merkez Bankası kararı sonrası dolar 6,03 TL’ye kadar geriledi. Bu kez aynı kişi elindeki 6 Milyon 540 bin TL karşılığında 1 Milyon 84 bin 577 dolar alabiliyor. Böylece bir kişi beş saat içinde 84 bin 577 dolar kazanmış oluyor. Dolar baronlarına hizmet etmektir bu. “İyi polis- kötü polis” numarasıyla dolar baronlarına sadece bir milyon dolar karşılığında beş saat içinde kazandırdıkları para 84 bin 577 dolar.
"EN BÜYÜK ENDİŞEM TÜRKİYE’NİN 2019’DA AÇLIK SORUNUYLA KARŞI KARŞIYA KALMASIDIR"
En büyük endişem 2019’da Türkiye’nin açlık sorunuyla karşı karşıya kalmasıdır. Eğer gübre, ilaç, elektrik fiyatları bu şekliyle gider ve çiftçi, finansman açısından yeteri kadar desteklenmezse ekemez zaten. Nasıl ekecek? Zaten çiftçiyi ekemez noktaya getirdiler. 16 yılda iki Trakya büyüklüğündeki alanı çiftçi artık ekmiyor çünkü geçinemiyor. Tarımda çok kötü durumdayız. Bütün bu açmazların bilinmesine karşın gidip Sudan’da binlerce dönüm arazi kiraladılar. Bir devlet düşünün kendi çiftçisiyle rekabet ediyor.
"KRİZ EN SONUNDA DEMOKRASİYİ GETİRİR AMA BEDELİNİ BÜYÜK ÖLÇÜDE VATANDAŞ ÖDER"
Kriz sonunda, en sonunda demokrasiyi getirir ama demokrasiye geçinceye kadar bedeli büyük ölçüde vatandaş öder. Sanayici kendisine göre önlem alır, diğer birimler de kendilerince şöyle ya da böyle önlem alırlar. Maddi olarak en büyük zararı üreten kesimler öder. Bir de başka tür bedel ödeyenler var, işine son verilenler. Bugün Türkiye’nin pek çok ilinde, pek çok fabrikasında işçilerin işine son veriliyor. İşveren kendisini kurtarmak istiyor, para ödeyemiyor işçileri ya ücretsiz izine ayırıyor ya da işlerine son veriyor. Bu durum, toplumda birinci aşamada yoksulluğa; ikinci aşamada da büyük bir ahlaki deformasyona yol açar; üçüncü aşamada ise Türkiye’de ciddi toplumsal patlamalara yol açabilir. Erdoğan bütün bunların ne kadar farkında bilmiyorum. Farkında olması lazım.
"ERDOĞAN’I EJDER SUYUYLA, MİLYAR DOLARLIK UÇAKLARLA OYALIYORLAR"
Yakın çevresinin Erdoğan’a Türkiye’de insanların yaşadığı sorunları yetkinlikle, bütün çıplaklığıyla anlattıklarını düşünmüyorum. Erdoğan’ı kızdırmaktan çekiniyorlar. Böyle bir tablo var maalesef. Gerçi Erdoğan’ın vatandaşlarımızın yaşadığı sorunlarla yüzleşecek cesareti de yok. Onu badem sütüyle, unuyla, ejder suyu, efuli, aloevera gibi içeceklerle, milyar dolarlık uçaklarla oyalıyorlar.