O kurula kimin başkanlık edeceğinin ne önemi var?
Doğrusu Bakanlar Kurulu’na Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başkanlık yapacak olması çok önemli değil... Sanki o katılmadığında Bakanlar Kurulu ondan bağımsız karar mı alabiliyor?
O hâlde ısrar neden? Çok basit: Tayyip Erdoğan’ın neredeyse iki konuşmasından birinde “Ben farklı Cumhurbaşkanı olacağım” mesajı var... “Ben sembolik değilim ve bu ülkeyi ben yönetiyorum” vurgusu için sık sık boy göstermesi gerekiyor...
Zaten Başbakan Davutoğlu’nun kendi doğallığından uzak biçimde, içine Erdoğan kaçmış gibi konuşmaya çalışması nasıl bir ‘iç düzen’ kurulduğunu anlamaya yeter... Dolayısıyla kurul ister Beştepe’deki Ak-Saray’da toplansın, ister Gençlik Parkı’nda ve isterse lahmacuncuda hiç fark etmez... O kurul, ister Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında toplansın, ister ‘gayriresmî danışman’ Binali Yıldırım’ın ve isterse Özel Kalem Müdürü’nün, yine fark etmez...
‘Bakanlar’ kurulu, sadece ‘bakmak’la kalmayıp ‘görenler’ kuruluna dönüşmedikçe ne içerik değişir, ne alınacak kararlar... Bu işin patronu bellidir, fiziken olmasa bile ruhen her toplantının zaten başındadır...
***
Esas tartışılması ve gözden kaçırılmaması gereken nokta şu: Başbakan ve Bakanlar, kurulun aldığı her karardan Anayasa ve yasalar önünde sorumludur... Dokunulmazlıkları sona erdiğinde, Anayasa ve yasalara aykırı eylemlerinden dolayı mutlaka yargılanmak durumundadırlar...
Ya Cumhurbaşkanı? Anayasa’ya göre ‘vatana ihanet suçu’ dışında yargılanamaz... Bu durumda Bakanlar Kurulu’nun diğer üyeleriyle arasında ciddi bir fark var... Ülkenin gerçek anlamdaki ‘tek’ yöneticisi ‘dokunulmaz’ken, bu kararların altına imza atacak olan Başbakan ve Bakanlar sorumluluktan kurtulamıyor!..
Yüce Divan’a sevkte tek fark ‘suçun türü’yle ilgili değil elbette... Cumhurbaşkanı’nın suç işlemesi durumunda ‘vatana ihanet’le ilgili yargılanabilmesi için Meclis’in kararı gerekiyor... Meclis üye tam sayısının en az üçte biri teklif getirecek ve en az dörtte üçü bu teklifi kabul edecek... Ancak bu şartlarda Cumhurbaşkanı Yüce Divan’a sevk edilebiliyor... Dediğimiz gibi o da sadece ‘vatan ihanet’ suçundan...
Oysa Başbakan ve Bakanlar Kurulu, her suçtan, her fiilden, her eylemden sorumlu... Onların Yüce Divan’a sevki Cumhurbaşkanı’na oranla sayısal anlamda daha kolaydır... Çünkü üye tam sayısının salt çoğunluğu yeterlidir...
Resimdeki çelişkiye bakalım: Anayasa ve yasalar önünde gerekirse bedel ödeyecek olanlar, ‘vatana ihanet’dışında ödeyeceği bedel olmayan birisinin emir ve komutasında toplanıp kararlar alacaklar ve almaya devam edecekler!.. Durum, tam da ‘davul-tokmak’ örneğindeki gibi... Bu, sürdürülebilir veya katlanılabilir bir pratik midir? Doğabilecek günahların sorumluluğu hükûmetin kucağında kalacak, sistemin bir numaralı ismi bunlardan muaf olacak!..
Bırakın cumhurun başını, cumhurunun başının baş yardımcısı “Davutoğlu’nu biz atadık, göreve getirdik” türünden üst perdeden konuşacak, yasal sorumluluk omuzlarına binmiş Başbakan ve Bakanlar Kurulu onlara bir nevî askerlik edecek!..
***
Arada bugün için çok büyük problemler gözükmese de karar alma sürecindeki tek adamlı yapının altını oluşturan ‘sorumsuzlar ve sorumlular’ ilişkisini çatlamadan götürmek pek mümkün değil... Rahatsızlık hissedeni veya aykırı sesler çıkaranı -’Göçmen konutları yolsuzluğu’yla ilgili havuz medyasında tehdit edilen Cemil Çiçek örneğinde olduğu gibi- hizaya sokmaya çalışan anlayış bunu ilânihaye bastıramaz...