O fotoğrafları kim çekti? (2)
Önceki bir yazımda şunları kaleme almıştım: Bir kere şunu belirtelim, terörle mücadele kapsamında da olsa her ölüm kötüdür... Ama karşınızda seçeneği ‘tek’e indiren bir ‘fiilî durum’varsa, yaşamak ve devletinizi yaşatmak için yapacağınız başka bir şey kalmaz... Yoksa devlet, kimliğini verdiği, ‘eşit vatandaş’ saydığı hiç kimseyi ‘etkisiz hale getirmek’ten keyif almaz, alamaz...
Bu çerçevede terörle mücadeleden sorumlu güvenlik güçleri sahada açık ara üstünlüğü ele geçirmiş durumda... Hem de sıkıyönetim veya olağanüstü hale ihtiyaç duymadan...
Yılların getirdiği büyük tecrübeye eklenen yeni mücadele konsepti, şartlara göre geliştirilen yeni silah ve istihbarat teknolojileri, diğer birimlerle birlikte, hem polis hem de jandarma özel harekatın bölgede artan caydırıcı ve vurucu varlığı şartların devlet lehine dönmesini sağlıyor...
Elbette bu durumun, sahadaki gerileyişin, sadece sahada değil, şehir eylemlerindeki düşüşün PKK da farkında... O yüzden bir yandan tehditkâr politikayı sürdürürken, diğer yandan sivil uzantıları vasıtasıyla, sahadaki yenilgiyi masada telafi etmeye çalışıyor...
Çünkü onlar da biliyorlar ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin zaafı sahada değil, masada!.. Sahada yüksek can maliyetiyle başarılamayan, sahada daha ucuz ve kestirme yolla başarılabilir mi? Bölücüler açısından, silahlı bir terör örgütü masadaki varlığa güç kattığı için ‘diri’görünen bir PKK’ya ihtiyaç var!..
PKK’nın ihtiyacını, aslında ‘bölge halkının ihtiyacı’ymış gibi sunan bir havaya teslim olduk uzun yıllardır... Kürtçe kursları buna tipik bir örnektir... Devlet gereksiz bir yasağı kaldırdı ve bu kursların açılmasına izin verdi... Sonuçta çoğu DTP’lilerin öncülüğünde şovlarla açılan bu kurslar önce sinek avladılar, ardından kapanmak zorunda kaldılar...
Demek ki, bölge halkının ne böyle bir kursa ihtiyacı, ne de böyle bir önceliği varmış!.. Sadece DTP’lilerin, bugünkü BDP’lilerin bu kursları ayakta tutması mümkündü aslında... Ama yapmadılar, yapamadılar... Bunun yerine, aynı uygulamanın daha geniş kapsamlısını devlete dayattılar ve sonuç aldılar... Maliyeti kendilerine ait Kürtçe kursu yerine, okullarda seçmeli dersi kabul ettirdiler... Üstelik bunu da yetersiz bulduklarını, memnuniyetsizliklerini alay eder gibi gözlerimize soka soka yaptırdılar...
Ne diyor Emine Ayna: “Muhatap almayız demişlerdi, önderimiz Apo’yu muhatap aldırdık!.. Şimdi de özgürlüğünü istiyoruz!..” Benzer sözleri Gülten Kışanak da söylemişti... Kışanak’a göre Öcalan’a ev hapsi filan değil, özgürlük sırası gelmişti!..
Bütün bunları duyanlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin sahada yenildiğini zanneder... Öyle olmadığına göre, bu pişkinliğin tek sebebi olabilir... Halktan böyle bir yetki almadıkları halde, korsan kurdukları masalara devlet adına oturan muktedirlerin zaaflarına güveniyorlar...
***
Tunceli-Erzincan karayolunda PKK’nın propagandasına alet olup, bunu sayfalarına taşıyanların, ‘âkil gazeteciler’in bu konuda ifade buyuracakları mutlaka büyük büyük lafları vardır... Görüşmelerin önemine, ‘barış süreci’nin hayata geçirilmesine katkı yapacak engin fikirleri mevcuttur... Keşke kendi gazetelerini başarıyla yönettikleri gibi PKK’nın internet sitesini de yönetseler de sahadaki mağlûbiyeti gizleyebilseler!..
“PKK’nın yerinde olsam, ben de silah bırakmam!” diyen akıl hocası duayen gazeteciler PKK biterse ne iş yapacaklar? Bu soruya en iyisi, o ‘kahraman fotoğrafçı’ cevap versin!..