"Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar; burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar; göz yaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır."
Önceki akşam Çanakkale muharebelerinin belgeselini, özellikle de Mustafa Kemal Atatürk'ün yer aldığı bölümleri bir kez daha dikkatle izledim. Tekrar tekrar izlemek durumunda kaldım daha doğrusu... Zira öyle sahneler, öyle sözler var ki, insanı yüreğinden vuruyor. Ne kadar sıksanız da kendinizi, tuzlu su bir şekilde fışkırıyor göz pınarlarınızdan. Ve yüzümü kaç kez yıkadığımı bile unuttum gecenin içinde, kahraman ecdadımı izlerken...
Dünyanın en vahşi savaşlarından biri yaşandı Gelibolu'da. Binlerce, onbinlerce insanın kanı aktı. Bizim Mehmetçikler vatanlarını koruyordu. Savaştıkları güç ise işgalciydi.
İşte Çanakkale'deki korkunç savaşta bizim topraklarımızda ölmüş o işgalci askerlerin annelerine hitaben yazıyor Atatürk, bu insanlık dersiyle dolu duygulu mektubu...
Ve Türk milleti, bunun için de böylesine asil bir önderi, yüreğinin ta derinliklerinde hissediyor. Yürekten, tüm benliğiyle ve amasız seviyor. Bir milleti, onu gömmek isteyen "tek dişi kalmış canavar"a yem etmeyip ayağa diktiği için seviyor. Kurduğu laik Cumhuriyet için seviyor. Çağdaş bir lider olduğu için seviyor. Milletin önüne düşerek, işgalcileri kovduğu, vatanı kurtardığı için seviyor. Milletin namusunu, iffetini koruduğu için seviyor. Milletine hak ettiği değeri verdiği için seviyor, O'nu bu millet...
Ve önceki gün gösterdi ki, o artık herkesin Atatürk'ü...
***
BEYEFENDİ
Yahu siz olmadınız ki...
Sık duyduğu bu laftan artık fena halde sıkıldığı bir akşam üstü onu yeniden duyar yolda bezgin adımlarla yürürken:
"Hayatım beni olduğum gibi kabul et."
Ve otomatik bir refleksle dönüp sözün sahibi kadına baktı bir süre. Sonra da yürüyüp giderken kafasının bozulduğunu hissetti. Zira beni olduğum gibi kabul et diye baskı yapanların ezici çoğunluğu, sağlam bir "ben" ortaya koyamamıştı diye geçirdi içinden. Ve sanki şöyle der gibiydiler:
"Evet, yaralı bereliyim, kendimi adam etme konusuyla da ilgilenmedim. Kendimi yetiştirmedim, zira bu çok zor. Beyinsel üretimde gerilerdeyim. Tembelim. Düşüncelerim berrak değil. Yürüyebilmek için bir koltuk değneğine ihtiyacım var. Ve sen de buna çok benziyorsun. Onun için gel beni olduğum gibi kabul et..."
Ara sokaklardan nihayet çıkıp sahile attı kendini. Pazardı, hava güzeldi ve halk akın etmişti sahillere. Boş ya da en azından kenarına ilişebileceği bir bank arandı bakışları. Vardı bir tane. Biraz uzakta. Yürüdü oraya doğru. İki delikanlı işgal etmişlerdi bankı. Ama Beyefendi kibarca kendisine yer açılmasını isteyince vücut diliyle, toparlandı genç hergeleler.
Ve biraz sonra gençlerden biri aynı lafı etti:
"Beni olduğu gibi kabul etmiyor kanka ya..."
Yüzüne baktı bir süre gencin. Birkaç dakika daha oturdu. İpe sapa gelmez lafları ister istemez dinledi. Ve olduğu gibi kabul edilmek istenen gencin acı bir armudu andırdığına kanaat getirdi. Hani ısırdığında ağzında kekremsi bir tat bırakan ve bir an önce kurtulmak isteyeceğin olmamış meyve...
Kalkarken banktan tamam dedi içinden.
"Yahu siz daha olmadınız ki..."
***
İŞTE O KADAR
Yükün dürüstlükse, gücün düşer belki ama başın düşmez...