Bazen kahvehaneden bozma mahalle kafesinin önünden geçerken görürdüm onu. Mutlaka davet eder, ille de bir çay ısmarlamak, birkaç laf etmek isterdi. Bazen kıramaz takılırdım. Neşeli, keyifli, esprili biriydi. Yaşı yetmiş gibiydi. Yıpranmış bir insan değildi ama. Küçük emekli maaşıyla mütevazı bir evde eşiyle birlikte geçinip gidiyordu. Mahallesine, komşusuna sahip çıkan, koruyan, yardım etmeye çalışan bir abiydi o. Bir akşam vakti evdeydim. Yemek hazırlarken keyifli bir müzik koydum. O gece bir şeyler yazmak için hazırlamak istiyordum kendimi, zira bir haftadır bir harf bile karalamak kısmet olmamıştı. Çok geçmeden komşunun oralardan sanki dua eden bir kadının sesini duyar gibi oldum. Gürültülü bir mahalle olduğu için ne olduğunu pek anlamadım başlarda. Hay Allah, ne olmuş acaba? Neden bir kadın yüksek sesle dua ediyor?
Sonra birkaç feryat da karışınca işe çıkıp soruşturdum. Osman Aga, yattığı yerde kriz geçiriyordu. Kadınlar dua ediyor, sağlık ekipleri bir an önce hastayı hastaneye götürmeye çalışıyordu. Bir süre yattı hastanede bu mahallenin güzel abisi. Sonra döndü evine. Teşhis, onulmaz bir hastalıktı: Kanser. Ve önünde yıllar değil, ancak aylar varmış. En yürekli insanı bile taşa çalacak kadar sert bir haberdi bu elbette. Ve o da eziliyordu haberin altında tabii ki. Ama sevgili eşi, çocukları, torunları, dostları, arkadaşları, sevenleri, tanıdıkları ve daha yapacak epey işleri vardı. Güçlü görünmek zorundaydı yani. Öyle de yapmaya çalıştı. Ama biliyordu günlerinin sayılı olduğunu ne yazık ki. Ve birkaç gün önce herkesi hazırlayarak gitti bir sabah vakti. Eve döndüğümde akşam vakitlerinin epey sonrasında, sokak ve ev acı çeken, ağlayan, hıçkıran insanlarla doluydu. Anlamıştım durumu. "Babamı kaybettik" dedi genç bir adam. Baş sağlığı diledim, bir süre orada kaldım ve evime çekildim sonra. Hayat nedir aslında sorusunu belki de elli kez sordum evde. Ortada doğru dürüst bir belirti bile yokken bir doktor, kanser teşhisi koyarak dünyayı başına yıkıyor ve iki ay geçmeden gidiyorsun. Gittiğin yerde nur içinde yat güzel abimiz...
***
BEYEFENDİ
İnsan kendinden korkar mı?
Sabaha karşı can sıkan bir rüyanın hemen ardından ter içinde uyanıp kendini duşa attı. Kurulanırken "Çok tuhaf" diye söylendi birkaç kez, "İnsanın kendinden korkması... Allah Allah, sanırım deliliğin sınırlarına kadar dayandık artık" diye söylendi sıkıntılı bir halde. Bir süre dolaştı salonda. Artık uyuyacak halinin kalmadığını biliyordu. Zira uyarıcılara karşı oldukça hassastı. Şimdi diye düşündü bir Türk kahvesi ne kadar da iyi gider. Sade. Mis gibi kokan bir kahve. Mutfağa attı kendini.
Uzandığı koltukta sık sık yaptığı gibi yine geçmişinin labirentlerine daldı. Ve o sözünü bir kez daha tekrarladı:
"Ne hayat ama. En az on erkeğin başından geçen ve geçebilecek olanların toplamından daha fazlasıydı..."
Geçmiş diye söylendi sonra, benim geçmişim. Macera, hayal kırıklıkları, derin sızılar, saf kan acı, delimsek ve de ağız dolusu kahkahalar, heyecanlar, muazzam sevinçler, başarılar, berbat başarısızlıklar, vicdana savaş açmış olan hatalar, ölümle defalarca burun buruna gelmeler, ölçüsüz vazgeçmeler. Cesaretin doruğa çıktığı anlar...
Bir süre kendine saldırmaktan vazgeçerek kafa dinleme moduna geçti gözlerini kapatarak.
Sonra birden o an geldi aklına. 21 yaşındaydı. Yaşıtı bir delkanlı silahı dayamıştı alnına. Ve o, yani genç Beyefendi, "Vuracaksan hemen tetiği çek ulan, ya da çek şu çeliği alnımdan" diye haykırmıştı. Ve ürperdi ilk kez. Yaşlandım mı acaba dedi içinden. Sonra, peki bir daha bunu yapır mıydım sorusunu yüksek sesle sordu. Cevap bile veremedi. Sustu. Ve dedi ki:
"Evet, bazen insan kendinden bile korkarmış..."
***
İŞTE O KADAR
İnsan uçurumun kenarına varmadan kanatIanmaz.
Kazancakis
OKUYUNUZ
Yaşlı Adam ve Deniz, Ernest Hemingway'in en ölümsüz eserlerinden biridir. Yaşlı bir Kübalı balıkçının açık denizde Gulf Stream'e kapılmış olarak dev bir kılıçbalığıyla olan can yakıcı mücadelesini son derece sade ve kuvvetli kelimelerle anlatır. Bu hik‰yesiyle Hemingway, yenilgiye karşı cesaret, kayba karşı şahsi başarı temasını kendine has modern üslubuyla yeni baştan heykelleştirmiştir...