Röportaj: Mayis Alizade
15 Haziran 1976 yılında Bakü’de doğan Vüsale Askerova müzikle çocuk yaşlarından tanıştıktan sonra profesyonel eğitim gördü. Azerbaycan’ın dünyaca ünlü Tan Yıldızı orkestrasının solisti oldu. Farklı tiyatrolarda oyuncu olarak görev yaptı. Sanat çalışmalarına 2019 yılından bu yana Türkiye’de devam ediyor.
Yeniçağ: Ne zamandan beri Türkiye’desiniz? Mesleğinizi daha da geliştirmeniz bakımından buradaki ortam sizi tatmin ediyor mu?
Askerova: Mesleğimi yapmak için Türkiye’yi seçmem beni çok mutlu ediyor. Azerbaycan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliği nezdinde kurulmuş Kültür Merkezi solisti olarak konser ve etkinliklerde sahne alıyorum. Bunun dışında İstanbul’da kurulmuş Harı Bülbül Vizyon Tiyatro Derneği müzik bölümü müdürü olarak görev yapmaktayım. Ayrıca müzik dersleri veriyorum. Söylediğim üzere oluşturduğumuz koro grubunda danslara da yer veriyoruz. Dans grubumuzun yöneticisi kıymetli meslektaşım Nazlı Bağırova ile birlikte Türkiye ile Azerbaycan arasındaki kardeşlik konulu etkinlikler düzenliyoruz. Aslında kendimden bahsetmeyi sevmediğim, yaptığım işlerin ön planda olması bir sanatçı olarak ana ilkemdir.Halihazırda yine büyük bir etkinliğe hazırlanıyoruz. Herkesin zevkini okşayacak bir sahne gösterisi ve solo konserimizin olacağından çok ümitliyim.
Yeniçağ: Sanata nereden geldiniz? Gelişiniz kaderin bir hükmü mü yoksa çocukluktan seçtiğiniz yol mu sizi buralara kadar getirdi?
Askerova: Sanat dünyasına çocuk yaşlarımda ayak bastığım için bunu kaderin bir hükmü olarak değerlendirmem dışında her şey yüzeysel kalır. Benim cismim de ruhum da müzikle yoğrulmuştur. Hani ünlü Avusturyalı şair Reiner Maria Rilke, “Yazmadan yaşayabileceğine inanıyorsan yazma” demiş ya. İşte sanat da benim için aynen öyle bir fenomen. Çalmadan, okumadan yaşayamayacağımdan adım gibi eminim.
Yeniçağ: Sanata yaklaşım konusunda Türkiye ile Azerbaycan arasında ciddi farklar var mıdır yoksa sanatın evrenselliği ilkesi burada da tam şekilde geçerli midir?
Askerova: Sanata yaklaşım konusunda Azerbaycan ile Türkiye’nin arasında belirli farklar vardır hâliyle. Bunun normal karşılanması gerekir. Ancak öte yandan sanatın dilinin, dininin, ırkının olmadığının da bilinmesi gerekir. “Müzik ruhun kelimesiz dilidir” deyiminin isabetli olduğunu herkesin bilmesi ve kabullenmesi gerekir diye düşünüyorum.
Yeniçağ: Hâlihazırda somut olarak nelerin üzerinde çalışıyorsunuz?
Askerova: Ağırlıklı olarak konserlerde sahne alıyorum. Çeşitli yaş grubundan çocukları biraraya getirerek koro oluşturdum. Gruba olan ilginin nedeni de çocukların yer almasıdır. O koronun konserlerini organize ediyoruz. Repertuvarımızda başta Azerbaycan müziği olmak üzere çeşitli ülkelerin, özellikle Türk dilli halkların şarkıları yer tutuyor.
Yeniçağ: Sovyet zamanında dünyaca ünlü Azerbaycanlı besteciler Niyazi, Fikret Amir vd. Türkiye’de müzik sanatının gelişmesine büyük katkılarda bulunmuşlar. 1970’li yılların ikinci yarısında Nazım Hikmet’in Bir Aşk Masalı piyesine Arif Melikov’un bestelediği Muhabbet Efsanesi Balesi İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in tiyatrolarında başarıyla sahnelenmiştir. Bu konuda neler söylemek isterdiniz?
Askerova: Kendimi dünya müzik sanatın o büyük ustalarıyla asla kıyaslamam. Okuduklarımdan, dinlediklerimden Türkiye’de çok sesli müziğin gelişmesine çok büyük katkılar yaptıklarını biliyorum. Arif Melikov 1990’lı yıllarda Bilkent Üniversitesi kurucusu Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın hayatını yansıtan senfoni bestelemişti. Ben de çalışmalarımda o insanları örnek almayı kendime borç biliyorum.
Yeniçağ: Musiki tahsili konusunda Türkiye’deki durumu nasıl değerlendirmektesiniz?
Askerova: Müzik eğitimi alanıyla ilgili görüşümü Azerbaycan’ın deneyimine dayanarak şu şekilde ifade edebilirim: Şarkın ilk operasının Azerbaycan’da Üzeyir Hacıbeyli tarafından bestelendiğini ve ilk kez 1908 yılında sahnelendiğini biliyoruz. Leyla ile Mecnun operası Türk dillerinin zirvedeki şairi Muhammed Fuzuli’nin aynı isimli manzum romanı temelinde bestelenmiştir. Türkiye, kendi çok sesli müziğini geliştirirken Anadolu’nun o muazzam geleneğini ve diğer Türk dilli halkların müzik deneyimini hesaba katarsa büyük sıçrayış yapacak. Bu bakımdan Azerbaycan kökenli tarzen Abdullah Kurbani’nin yönetmenliğinde Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde yapılan müzik çalışmalarını önemsediğimi söylemem gerekir. Ben kendim müzik okulunun keman sınıfından mezunum, notalarla çalışmak bizim yaşamımızın bir parçasını oluşturuyor. Şunu gözlüyorum; çocukları erken yaşlarından müzikle tanıştırdıkça ilgi de artıyor, geleceğin profesyonel sanatçılarının da yolu açılıyor. Azerbaycan’ın farklı tiyatrolarında oyuncu olarak sahne aldım. Bu deneyimlerimi Türkiye’de hem çocuklarla hem de sanatseverlerle paylaşma fırsatı bulmamdan dolayı kendimi çok mutlu hisediyorum. Harı Bülbül Kültür Derneği’miz ve tiyatromuz da yeniden yapılanma dönemini tamamlamış ve bundan sonraki çalışmalarımız tamamen profesyonel kurallar çerçevesinde ilerleyecektir. Tiyatromuzun sahneleyeceği oyunlar da sizleri de aramızda görmek isteriz.