Röportaj: Mayis Alizade / Yeniçağ
Azerbaycan’ın Sabirabad ilinde doğan Nezaket Mammadli 1989’da liseden altın madalyayla mezun olduktan sonra Azerbaycan Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesinin beş senelik lisans programına sınavlara girmeden kayıt yaptırdı. Mezun olunca Azerbaycan Bilimler Akademisi’nde doktora öğrenimine başlayan Mammadli 2002 yılından bu yana Muhammed Fuzuli Yazmalar Enstitüsü’nde görev yapmakta. Birkaç ay önce profesörlük tezini savunan Nezaket Mammadli’nin klasik edebiyat üzerine 13 araştırma ve çeviri kitabının yanı sıra 155 bilimsel makalesi yayınlanmıştır. Türkiye, İran, Sri Lanka, Japonya, Kazakistan, Özbekistan vd. ülkelerde yapılan uluslararası toplantılarda sunumlar yapan Prof. Dr. Mammadli evli ve üç çocuk annesidir.
Yeniçağ: Fuzuli’nin doğumunun 500. yıl etkinliklerinden sonraki dönemde en büyük ilgi, günümüzde kutlanan 530. yıl etkinliklerinedir. Galiba 500. yıl etkinliklerinden sonra gidenler giderken dünya çapındaki en ciddi araştırmacı sorumluluğu sizin omuzlarında kalmıştır. Yanlış mı düşünüyoruz?
Mammadli: Hatırlatmanız iyi oldu. Çünkü Fuzuli’nin doğumunun 500. yıl kutlamaları unutamayacağım anılarla dolu. Düzenlenecek sempozyumun hazırlıkları yapılırken Bakü Devlet Üniversitesini üstün başarı diplomasıyla bitirirken Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun eserinin özellikleri konulu diploma tezimi yazıp savunmuş, ardından Bilimler Akademisi’ne bağlı Nizami Edebiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde doktora öğrenciliğine başlamıştım. Hedefim bilimsel çalışmalarımı Fuzuli yapıtlarının yazmaları üzerinde sürdürmekti. Ancak doktora hocam ve tez danışmanım Ord. Prof. Dr. Azade Rüstemova’nın önerisi ve Edebiyat Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Ord. Prof. Dr. Yaşar Karayev’in ısrarı üzerine Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun eserinde tasavvuf ve onun edebi ifade sistematiği başlıklı yeni bir tez konusu belirledim. Tevazudan uzak olduğunu bilmeme rağmen şu hususu belirtmeden geçmemin okurları tam şekilde bilgilendirmemem anlamını taşıyacağına inanıyorum. Benim doktora tezim Sovyet döneminden sonra isminde “tasavvuf” kelimesi geçen ilk bilimsel çalışmaydı. Büyük minnet ve saygıyla hatırladığım ve aziz hatırası önünde hep eğildiğim Enstitü Müdürümüz, bilimin yollarını yetenekli gençlere hep açık tutan Ord. Prof. Dr. Yaşar Karayev, Fuzuli konulu toplantıya yazı ulaştırmamı istedi. Kısa süre içinde yazıyı ulaştırdığımda “Pekâlâ” dedi. İçerden ve yurt dışından katılan ünlü bilim insanlarının önünde yaptığım konuşma kendimi de şaşırtmıştı, üstatların bana yaklaşarak sarf ettikleri hoş sözler bilimsel çalışmalarımın çoğunu Fuzuli’ye adamamın esas sebeplerinden biri oldu. İşte üzerinden otuz sene geçtikten sonra geldiğim yola baktığımda yaşamımın önemli kısmını Fuzuli’ye ve tasavvuf araştırmalarına vermemden dolayı çok mutlu olduğumu söyleyebiliyorum. Bu bağlamda ve seleflerimizin gitmesinden sonra en ciddi araştırmacı olarak kaldığımı söylemem doğru olmazdı, iyi araştırmacılarımız her zaman vardır. Fuzuli kişiliğine ve eserlerine gönül vermemden, şairin yaratıcılığını farklı yönlerden inceleyen yaklaşık 50 bilimsel makalenin ve 3 inceleme kitabının müellifi olmamdan sadece mutluluk duyduğumu belirtmek isterim.
Yeniçağ: Ord. Prof. Dr. Y. E. Bertels, Muhammed Fuzuli’nin köken bakımından Azerbaycan’daki Bayat kabilesine mensup olduğunu ve 1515-1530 yılları arasında Bağdat’a gittiğini iddia eder. Irak Türkleri ise Fuzuli’nin kesinlikle Türkmeneli’nden olması üzerinde ısrardan vazgeçmez. Osmanlı döneminden bu yana Fuzuli’ye hep Azerbaycan şairi denmiştir. Siz hangisini tercih ediyorsunuz?
Mammadli: Ord. Prof. Dr. Bertels’ten sonra da seslendirilen bu fikrin herhangi bir nesnel kaynağı bulunmamaktadır. Oysa Muhammed Fuzuli, Türkçe Divanı’nın dibacesinde “Doğduğum yer Irak-ı Araptır” der. Araştırmacıların tamamı hiçbir kuşkuya yer koymaksızın Fuzuli’nin eserlerini Azerbaycan Türkçesinde kaleme aldığı noktasında hemfikirler. Şairin kendisi de Hadikatü’s Süeda isimli eserinde Kerbela kentinden bahsederken oradaki iki şehidin Azerbaycan’dan olduğunu “el-Azerbaycani nispe’sine özellikle vurgu yaparak ifade ediyor. Bunu şairin Azerbaycan sevgisinin bir delili olarak değerlendirmemiz yanlış olmayacaktır diye düşünüyorum.
Geçtiğimiz sene biz Irak Türkmenlerinin güzide aydınlarından biri Şemsettin Kuzeci Bey’i Bakü’deki Hazar Üniversitesi nezdinde kurduğumuz ve benim program koordinatörü olduğum Mevlânâ Enstitüsü’ne konuşmaya davet etmiştik. Kuzeci’nin kıymetli konuşmalarından ben Irak Türkmenlerinin bizden hiçbir farklı yanının olmadığı kanısına vardım. Aramızda hiçbir fark bulunmuyor. İşte bundan dolayı Muhammed Fuzuli’nin köken itibarıyla Irak’ın Türkmen bölgesinden mi yoksa günümüz Azerbaycan bölgesinden mi olmasının pek önemi de yoktur.
Yeniçağ: Fuzuli üzerine incelemeler yapmış hangi Türk araştırmacılar dünya çapında daha çok önemsenmekte? Köprülü mü, Gölpınarlı mı, Karahan mı, Ali Nihat Tarlan mı? Sizce son 30 yılda Türkiye’de Muhammed Fuzuli üzerine ciddi inceleme yazıları kaleme alındı mı? Alınmadıysa sebebi ne sizce?
Mammadli: Fuzuli her daim Türklerin ortak edebiyatının zirvedeki kalem sahiplerinden biri olarak Türkiye’de sevilmiş ve araştırılmıştır. Son dönemlerde de Fuzuli üzerine kıymetli incelemelerin yapıldığına tanık olmaktayım. Prof. Dr. Ömür Ceylan, Prof. Dr. Fatih Köksal’ın isimlerini öncelikle zikretmem gerekir. Hepsinin çalışmalarını saygıyla karşılıyor, başarılarının devamını diliyorum.
Yeniçağ: Türk okurları için Muhammed Fuzuli’nin şimdiye kadar doğru yorumlanmamış hangi beytini yorumlamak isterdiniz? Örneğin, “Benzetirsin özünü itlerine her saat; Ey Fuzuli olabilmez sana benzer küstah” beytinin anlamı ne?
Mammadli: Bu beytin yanlış yorumlanmaması için öncelikle Fuzuli’nin;
Hoş ol zaman ki harim-i vüsala mehrem idim
Ne müptela-i bela, mukayyad-i gam idim
mısralarıyla başlayan gazelindeki
Gezerdim itlerin içre feza-i kuyinde
Yerim behişt-i berin idi, men bir Adem idim
beytinin okunması gerekir.
Buradan görüldüğü üzere şair kendisini yarin sokağında köpeklerinin çevresinde bulunan Adem Peygamber’in durumuyla kıyaslıyor. Leyla ile Mecnun manzum romanında da vahşi hayvanların arasındaki Mecnun’u tasvir ederken:
Her vahşi donunda bir firişte
Yar oldu ol Adem-i sereşte
diyerek meleklerin vahşi hayvan cildinde Mecnun’a arkadaş ve yaren olmasına işaret ediyor. Sorduğunuz beyitte de bu manaya bir işaretin olmasına rağmen şair kendinin mahcup, rencide, zelil, sevgilinin ise ihtiyaçsızlık ve istiğna hâlini betimliyor. Sevilen kızın o kadar yüksek ve elin yetmeyeceği bir makamda bulunmasına karşı aşığın kendisini onun köpekleri kıyaslaması bile küstahlık ve yer bilmezliktir. Bu konuyu derinlemesine imceleyen bir yazımı Türkiye’nin bilim dergilerinin birinde yayınlatmayı düşünüyorum.
Yeniçağ: Bakü’deki Hazar Üniversitesi nezdinde faaliyetleri bulunan Mevlânâ Ensitüsü Müdürü olarak Muhammed Fuzuli üzerine çalışmalar yaptığınızı biliyoruz. Kısa süre önce Fuzuli’nin 530. yılı dolayısıyla Mevlânâ Enstitüsü uluslararası toplantı yaptı. Mevlânâ ile Fuzuli arasındaki ortak noktalar ve etkileşim konusu bizim okurlarımız için de çok ilginç olacak. Ne demek isterdiniz?
Mammadli: Mevlânâ Enstitüsü’müzün çalışmalarına verdiğiniz değerden dolayı şükranlarımı sunuyorum. Enstitümüzün ana amacı klasik edebiyat ve felsefe üzerine sadece derinlemesine çalışmalar yapmaktır. Mevlânâ-Fuzuli etkileşimi bu derin konuların başında gelir dersem, asla abartmam. Bu konuyu bir röportaj çerçevesinde ele almaya hacim darlığının fırsat tanımayacağını biliyorsunuz. Sağlık olsun, ilerleyen dönemde sadece bu konuda konuşmamı isterseniz, memnuniyetle araştırmaların ana çizgilerini paylaşırım. Mevlânâ’nın da Muhammed Fuzuli’nin de kainat için ebedi kişilikler olduğunu herkes idrak ettiği için araştırmalarımızın da bizden sonra daha büyük şevkle süreceğinden eminim. Şimdilik ise bu yaşam içinda araştırma sırasının bende olmasından dolayı duyduğum mutluluğu bir kez daha ifade etmekle yetineyim.
Yeniçağ: Gerçekleştirdiğimiz bu röportaj için teşekkür ederiz.