Nevzat Kösoğlu’nu da uğurladık
Türk milliyetçileri önemli bir dava adamını daha sonsuzluğa uğurladılar. Ailesinin, yakınlarının ve bütün milliyetçilerin başı sağ olsun!
Düşünen insanların azaldığı, “kitap şuuru”nun zayıfladığı milliyetçiler camiasında Kösoğlu’nun vefatı hiç şüphesiz önemli bir kayıptır.
Onu, 1960’ların başında Millî Türk Talebe Birliği’nin seçimleri için İzmir’e geldiği zaman tanımıştım. 1963 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Türkoloji tahsiline başladığım zaman o Hukuk Fakültesinin son sınıflarında olmalıydı. Millî kültür, millî tarih ve milliyetçiliği besleyen pınarlardan biri olan Ötüken Neşriyat’ı o sıralarda kurmuşlardı. 1968 veya 1969’da yolumuz Kars’ta kesişti. Ayvaz Gökdemir, Nejdet Özkaya, Sezgin Akyazı ile aynı otelde kalıyorlar ve yedek subaylıklarını yapıyorlardı. Ben de doktora tezim için derlemeler yapmak üzere aynı otele yerleşmiştim. Sedat Yurtseven’in akrabasının oteline. Tabii ki akşamları vatan kurtarıyorduk. 1971’den sonraki Ankara yıllarımda hep beraber olduk. O siyaset yapıyordu, ben öğretim üyeliği yapıyordum. Fakat aynı yolun yolcusuyduk ve o çetin günlerde gerekeni yapıyorduk. 12 Eylül bir kâbus gibi üzerimize çöktü. Tutuklamalar, yargılamalar, işkenceler. Burada bir parantez açmalıyım. O gün 12 Eylülcülere karşı seslerini yükseltenlere, Nevzat gibi dimdik duranlara, kalemini sivriltenlere saygım var. İktidardan ve güçten düşmüş 12 Eylülcülere bugün reva görülen muameleyi ise mezar soygunculuğuna benzetiyor; Türk milliyetçiliği için olmazsa olmaz gördüğüm “yiğitlik” kavramına yakıştıramıyorum.
12 Eylül’den sonra Nevzat siyasete dönmedi. O günlerde ailece de sık sık bir araya geldik ve bu konuyu çok konuştuk. Siyasete dönmeyişinin sebebi için bir kelime veya deyim arıyorum. Galiba en uygunu şu: Türk milliyetçiliği adına siyaset yapanlardan sıtkı sıyrılmıştı. Kendini kültür hayatına adadı ve muhteşem eserlerin editörlüğünü yaptı. On dört ciltlik Büyük Türk Klasikleri. Her Türk’ün ve fakat öncelikle milliyetçiyim diyen herkesin baş ucu eseri olmalı. Bir milletin edebiyatı bilinmeden o milletin milliyetçisi olunabilir mi? Kösoğlu bu soruyu sormuş ve büyük bir sabırla çalışarak Türk kütüphanesine bu eseri armağan etmişti. Arkasından Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatı. Otuz ciltlik bir külliyat. Dışarıdaki Türklerin edebiyatlarını bilerek Turancı olmak. Bilgi ile, kültürle donanarak milliyetçi olmak. Yoksa bu düşünceler bugün için tuhaf mı?
Kösoğlu’nun, Türk kültür, medeniyet ve tarihi için yazdığı ciltlerce kitap onun düşünür tarafını ortaya koyar. Bir de biyografileri. O, Cumhuriyet dönemindeki farklı milliyetçilik anlayışlarını bir bakıma cem etmek isteyen bir tutum içindeydi. Bir yanda Gökalp, Peyami Safa, Atsız; bir yanda Necip Fazıl Kısakürek; bir yanda Nurettin Topçu, Mümtaz Turhan... Hepsini milliyetçilik tarihinin önemli isimleri kabul eden, hepsini birden benimseyen bir tavır içindeydi. Allah rahmet eylesin!
Cenazesinde üzücü olaylar oldu. Onun cenazesine koşmak, onun cenaze namazını kılmak isteyenler âdeta işkence çektiler. Tuhaf bir protokol ve güvenlik anlayışı, insanların sevdiklerinin arkasında namaz kılmalarına engel olma derecelerine vardı. Cuma’yı kılıp Kösoğlu’nun cenaze namazını eda etmek isteyenler bariyerler ve polis engeline takıldılar. Düşünebiliyor musunuz, birilerinin güvenliği sağlanacak diye insanlar sevdiklerinin cenaze namazına bırakılmıyor. Bence güvenlikleri bu kadar önemliyse gelmesinler cenazeye; bıraksınlar da sevenler, cenazelerini huzur ve sükûnet içinde uğurlasınlar. Bu kadar korku ve güvenlikle hükümet etmeyi de anlamıyorum doğrusu. Madem bu kadar korkuyorsunuz o zaman niye durmadan kefen edebiyatı yapıyorsunuz? Tam yeri ve zamanıydı; ben de sesim çıktığı kadar bağırdım: Ya Allah, bismillah, Allahu ekber! Ve polis dışarı!