Neren ağrıyorsa iyi gelen ilaç
(Yine lüzumuna binaen.)
Ankara’daki Ulus Hali’ne çıkan dar bir sokakta arabamın içinde birini beklerken, sokağın meydana açılan ağız kısmında 20-25 kişilik bir kalabalık gözüme ilişti... Korsan kurulduğu belli olan bir tezgâhın başına toplanan insanların sayısı gittikçe artıyordu...
Ne olup bittiğini anlamak için oraya yaklaştım... Meğer o tezgâhta ilaç satılıyormuş!..
İlaç deyip geçmeyin... Sadece bir yeri iyileştiren, o bölgenin ağrısını kesen sıradan bir ilaç değil bu!.. Bu ‘mucize’ ilacı nereniz ağrıyorsa oraya sürüyorsunuz!.. Şifa anında cepte!.. Başsa baş!.. Dişse diş!.. Dizse diz!..
Üzerinde hiç bir işaret veya yazı bulunmayan kahverengi şurup şişesinin içinde, terkibinde ne olduğu bilinmeyen bir sıvı...
Bitirim ağızlı bir satıcı, büyük bir maharetle ilacı anlatıyor... Elbette bütün teşkilat o satıcıdan ibaret değil... Etrafta vatandaş kılığında rol yapan üyeler de var... Onların kimisi “Ben daha önce kullandım, çok memnun oldum, Allah razı olsun” derken, kimisi de “Yok ya, ben inanmıyorum, belim ağrıyor, sür de görelim bakalım” diyerek, sahnenin merak dozajını yükseltiyor... Birisi herkesin içinde, dişine o sıvıya batırılmış pamuğu koyarak, meraktan toplanmış vatandaşlara ağrının kesildiğini ispat ediyor!..
Canlı yayın operasyon bununla bitmiyor tabii ki... Bir diğeri sırtını açarak, o ilaçla sırtını ovalattırıyor... Böylelikle yıllardır çözüm bulamadığı sırt ağrısına şifa bulmuş olmanın verdiği mutlulukla ilacı öve öve bitiremiyor...
İki şişe alana bir şişenin de hediye edildiği bu pazarlama seansının sonunu bekleyecek kadar vaktim yoktu... Ama o kısa sürede hatırı sayılır miktarda satış yapıldığını gözleyebildim...
Bu olay beni 35 sene öncesine götürdü...
Eminönü’deki Yeni Cami’nin arkası... Rahmetli dedemle çay bahçelerinin olduğu yerde oturuyoruz... Birden yine bitirim tipli bir ekip peydahlandı... Vatandaşa gösteri yapacaklarını yüksek sesle duyurmaya başladılar... Ellerindeki kesekağıtlarının içinde yılanlar olduğunu ve birazdan bunları oradan çıkarıp oynatacaklarını söylüyorlardı...
Bu arada meraklı kalabalık artmaya başladı... Ama o bitirim kafadarlara göre, biraz daha beklememiz gerekiyordu... Çünkü yılanların kendilerini bu gösteriye hazırlamaları için konsantre olmaları lâzımdı ve biraz zamana ihtiyaç vardı!..
O esnada zamanı boş geçirmemek için toplanan kalabalığa yeni bulunmuş bir ilacın tanıtımının yapılacağı söylendi... Ve gösteri başladı... İşte 35 sene sonra Ulus’ta tekrar karşılaşacağım o mucize ilacı ve şişesini ilk olarak orada gördüm...
Her şey aynıydı... Kahverengi şurup şişesi... Terkibinde ne olduğu bilinmeyen bir sıvı... Müşteri gibi görünen hırpani kılıklı şebeke ortakları... “Ben denedim, romatizmama çok iyi geldi” diye yemin billah eden figüranlar... Ve tabii ki, “UFO gören masum köylüler...”
Yılanlar kesekağıtlarının içinde sahneye hazırlanadursunlar, o arada satışlar gırla gitti... Yetişip alanlar kendilerini bahtiyar saydılar...
Yılanlar ne mi oldu? Maalesef kesekağıtlarının içinde olduğu söylenen yılanları hiç göremedik... Çünkü yeteri kadar satış yapıldıktan sonra, arkadan gelen bir ses o tiyatroyu bitirdi: “Kaçalım zabıta geliyor!..” Oysa zabıtanın filan geldiği yoktu... ‘Doğrudan pazarlama’yı bitirmişler ve sırra kadem basmışlardı...
35 sene önceyi belki anlayabiliriz... Bugünkü ‘bilgilenme’ ve ‘haberdar olma’ tekniklerinin binde biri bile yoktu... Fakat bugün, bütün baş döndürücü iletişim gelişmelerine rağmen, neredeyse yarım yüzyıl sonra hâlâ aynı tokatçılık yöntemlerinin sonuç alıyor olması garip bir durum... Vatandaşın her ağrıya iyi gelen ‘joker’ ilaca hücum etmesi elbette arz-talep meselesi...
İyi ki bu tokatçılık yöntemi aynı seviyede kalmış diye düşünmeden edemiyor insan... Ya o da işi ilerletseydi, ilaç satışı yerine doğrudan tedaviye geçseydi... 35 senede epeyi yol alınırdı... Mesela otobüs durağında, hazır otobüsü beklerken kelepir böbrek nakli ameliyatları yapılabilirdi... Ya da seyyar köfteci aynı zamanda kalp anjiyosu işine de girer, aynı eski sünnetçiler gibi bir sokaktan geçerken, bir kaç kişinin anjiyosunu yapar çıkardı... Berber saç tıraşı işi için hazır eli değmişken bir beyin ameliyatı gerçekleştirebilirdi...
Maalesef bu aşamalar kaydedilemedi!.. İşporta tıp yerinde saydı!.. Devlet biraz yardımcı olsaydı, tesis yetersizliği aşılsaydı, bu bile mümkündü!..
Her derde iyi gelen ilacı alan kişi, aynı zamanda her derde iyi gelen seçmen, her derde iyi gelen mürit, her derde iyi gelen militandır... Sorgusuz inanmaya ve râm olmaya müsait, düşünmeyi, yapmayı ve risk almayı başkasına havale etmeye meyilli bir insan yapısıdır bu...
İşte ancak böyle yapılarda, kimi ‘dinî’ önderler Cenab-ı Allah’ın peygamberlerine bile vermediği yetkilerle donatılır...
Şaşırmamak lazım!.. Dikta yönetimlerinde, diktatörün varlığı anlaşılır bir şeydir... Çünkü adam zaten rejimin ve ülkenin sahibidir... Demokrasinin içinde diktatörlük ise anlaşılır bir şey değildir... Siyasî liderleri diktatörleştiren de işte bu zemindir...
Şaşırmamak lazım... O ‘müşteri’ kandırılmaya müsaittir, daha doğrusu kandırılmak, işine gelir!.. Her alanda, askerlikte, okulda, siyasette, işte, ‘dinî’ hayatta...
Böyle ense olduktan sonra tokatlayanın çok olacağı bir sosyal iklime sahibiz...
Evet, şaşırmamak lazım...
İyi ki o herifler “zabıta geliyor” diye kaçıp gitmişler...
Yoksa biz o kesekağıdından çıkacak yılanları daha çok beklerdik!..