Nereden çıktı bu koalisyon?
2002’den bu yana ilk defa koalisyon bu denli konuşuluyor... AKP’nin seçim kampanyasının lokomotifliğini yapan ’tarafsız’ Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dile getirdi ilk olarak koalisyonu... Eski günleri hatırlatmaya çalıştı, koalisyonun ’yokluk, işsizlik, zam, kaos, gerginlik’ demek olduğunu anlattı...
Anlaşıldı ki, bu taktik yeni seçim kampanyasının öznesiydi... Sonra Davutoğlu ve partinin diğer ileri gelenleri, ardından da ’yarı-resmi’ gazeteciler ’koalisyon korkusu’nu gündeme taşıdılar...
Bu tartışmanın iki ayağı var... Birincisi, gerçekten koalisyon kurulmasına yol açacak bir seçim sonucunun ortaya çıkma ihtimali... İkincisi ise, koalisyonların millet hafızasında bıraktığı kötü izlerden yararlanma stratejisi...
Burada Tayyip Erdoğan’ın ’her anlamda her şeyi’ olan Binali Yıldırım’ın “Halk bir miktar notumuzu kırabilir. Koalisyon olacağını sanmıyorum. Eğer böyle bir durum ortaya çıkarsa, azınlık hükûmeti kurar, bir yıl içinde erken seçime gideriz” sözünü boşboğazlıkla açıklamak pek mümkün görünmüyor... Azınlık hükûmetinin güvenoyu alabilmesi için onu dışarıdan destekleyecek bir partinin olması gerekiyor... Bu anlamda hangi partinin ’çantada keklik’olduğunu düşünüyorlar, orası soru işareti!..
Eski olumsuz hatıralar eşliğinde halka koalisyon korkusu pompalayarak, ona ’istikrar’dan yana yeniden hizalanma çağrısı yapmak, tereddüt içindeki seçmende etki yapabilir mi? Bu soruya cevap aramadan önce, bu korkutma stratejisinin hangi ihtiyaçtan kaynaklanmış olabileceğini sorgulamak lâzım... Belli ki, önlerine gelen rakamlar bu seçimlerin öncekiler kadar kolay olmayacağını, tek parti hegemonyasının tehdit altında olduğunu gösteriyor... Bundan dolayı önceki seçimlerde başvurulma ihtiyacı hissedilmeyen ’koalisyon korkusu salma’ stratejisi hayata geçirildi...
Oysa bu strateji hiç de hesaplayamadıkları bir başka komplikasyona yol açıyor... Siyasî iktidar temsilcilerinin sürekli ’istikrarın bozulması ve koalisyonun ayak sesleri’ temalı propagandası, ’iktidarın gerilemeyi kendi diliyle itiraf ettiği’ gibi bir algıya da kapı aralıyor... Bir paniğin işaretleri gibi değerlendiriliyor, siyasî rüzgâra göre pozisyon almayı seven kitlelerde ters etki yapabiliyor...
Bir yandan rahatlık içinde dört yüz milletvekili isteyip, diğer yandan koalisyonların aslında ne kadar kötü bir şey olduğu propagandasını kampanyanın en önemli enstrümanı yapmak başlı başına bir çelişki... Dikkat edilirse muhalefet partileri koalisyondan hiç bahsetmezken, bu konu sadece iktidar temsilcileri tarafından gündemde tutuluyor...
70’leri ve 90’ları hatırlatarak bugünkü statüyü teminat altına alma planı, rakamlara yansıyan gerilemeyi frenlemek için biraz da çaresizce başvurulmuş bir yöntem... Diğer ’benzemezler’i hatta MHP ile HDP’yi bile ’zımnî ittifak’ içinde gösterme gayreti, tek parti hükûmetini bir kere daha pazarlama ve seçmene yedirme amaçlı...
MHP sadece 2011 genel seçimlerinin değil, 2014 mahallî seçimlerinin de üzerine çıkmış görünüyor... Yine CHP’de de oy artışı söz konusu ki beyannamesi dolayısıyla iktidarın çok yoğun saldırısı altında... Bir de Millî İttifak’ın tahminlerin üzerine çıkma ihtimali, siyasî iktidarın önceki seçimlerde tutturduğu rakamların altında kalacağını gösteriyor...
Bu durumda geriye, biraz da mecburiyetten, sadece eski karanlık günler edebiyatı yapmak kalıyor... Bu stratejiyi Turgut Özal da fazlasıyla kullanmayı denemiş ama sonuç alamamıştı... Özal siyasî yasakların kaldırılmasıyla ilgili referandumda tek başına ’hayır’cı cepheyi temsil etmiş, kürsülerden ’kaos günleri’ni işleyip durmuştu... Tıpkı bugünkü iktidar gibi, hükûmetinin yaptıklarını överken veya savunurken, sürekli olarak 1980 öncesiyle mukayese etmiş, halkı o günlerle korkutarak, statüsünün devamını sağlamaya çalışmıştı...
Peki bu strateji, çöküşü durdurmaya yetti mi? Elbette hayır... Kendisi Köşk’e çıkınca kurtulmuş, partisi ise eriye eriye bitmişti... Bugün iktidar partisinin içine düştüğü ruh hâli, 80’lerin sonundaki ANAP’a ne kadar da benziyor... Düşüş hızı belki farklı olacak ama psikoloji aynı...