Neler gördük neler!
Bayram günü böyle bir yazı yazmayacaktım ama adamın biri bayram falan dinlememiş, 30 Ağustos’larda düzenlenen resmigeçitlerde Türk Ordusu’na ait top ve tankların Türk halkını korkutmak için namlu ve palet sergilediğini yazarken bir başkası tutmuş bu gidişin sonu Cuma namazı kılan Genelkurmay Başkanı olacak diye hayıflanmış.
Bunca yaşıma geldim 30 Ağustoslardaki resmigeçitlerde Türk Ordusu’na ait top ve tankları seyrederken korkuya kapıldığımı, herhangi bir top namlusundan çıkacak bir mermiye hedef olabileceğimi yahut bir tank paleti altında ezilebileceğimi düşünmedim. Aksine gurur duydum, bazen da keşke bunların tamamını ve daha iyilerini biz kendi imkânlarımızla üretebilsek diye iç geçirdim. Yani devletime ait tank ve topu görünce bir KCK’lı bir PKK’lı gibi ürpermedim, kin duymadım.
Yine aklım Türkiye ve dünyadaki gelişmelere az buçuk erdiği günden beri devlet, millet, ordu kaynaşmasında en büyük hayalimin bir Genelkurmay Başkanının Cuma namazı kılması olduğunu bekledim durdum ve bu köşeden de galiba bir iki kere dile getirdim. Örnek olarak da Mareşal Fevzi Çakmak’ın Genelkurmay Başkanı olarak Türk Ordusu’nun başındaki uygulamalarını ve “Askere Din Kitabı” nı hatırlattım, o kitaptan bazı konu başlıklarını sizlerle paylaştım. Siz “dindar” ve “muhafazakâr” olarak ordunuzu bir müstevli ordusu gibi görür ve göstermeye çalışırsanız ve siz “solcu” yahut “laik” olarak askerinizi “Namazdan niyazdan uzak” tutmaya çalışır “Başörtüsü düşmanlığı” için fitillerseniz Türkiye’nin başka bir düşmana ihtiyacı kalmaz ve her iki taraf da bilerek bilmeyerek PKK’ya hizmet eder de, aydığında iş işten geçmiş olabilir.
Cok ilginç dönemler yaşıyoruz.
Çok sinsi operasyonlara maruz kalıyoruz. Hatırlayınız, Türkiye’de bu milletin kaymak tabakasını oluşturan bir kesimin finanse ettiği bir sivil toplum örgütü tutmuş, “Gazilik ve Şehitlik kavramları kaldırılmalı” önerisinde bulunmuştu. Güya “bilimsel” bir şey söylüyordu. Bazı olumsuz davranışlarından dolayı askere toptan şaşı bakan kimi muhafazakâr kümelenmeler de bu sivil toplum kuruluşuna arka çıkmaktan çekinmemişti. Oysa “Gazilik” ve “Şehitlik” Kur’ani kavramlardı. Adamlar doğrudan Kur’an- Kerim’e müdahale ediyorlardı amma bunu böyle açıktan yapamayacakları için Türkiye’de estirilen asker düşmanlığı kılıfına sığınarak yapıyorlardı.
Dinlerarası diyaloglar, İbrahimî dinler ve daha neler neler. Bütün bunlar bizi biz yapan ve dört elle sarıldığımızda bizi cihan hakimiyeti haline getirdiği tarihi bir gerçek olan genlerimizle oynamaktan ibaretti. Kavramların içi boşaltıldı, dostu düşmanı seçemez olduk. Adetleri, bidatleri din, müstevlileri gökten inen Mesih zannettik. İlginçtir, son dönemlerde bir silkinme başladı. “Ne oluyoruz” diyen gönül ve ilim adamları ve nesiller ortaya çıktı. Bu elbette böyle olacaktı çünkü Allah(c.c.) dinini zelil ettirir miydi? Ve Allah(c.c.) Nazif Okumuş’un ifadeleri ile, Zatının rızasını kazanmak için Sarıkamış’larda “buz adam” Yemen çöllerinde “toz odam” olmayı hayatının gayesi bilmiş bu milleti bir iki çakala yem eder miydi?
Etmezdi, etmedi, etmeyecek.
Umudunuzu asla yitirmeyiniz.
Şimdi isterseniz Fatiha suresini, her ayetinin anlamını aklınız ve hücrelerinizde idrak ederek bir defa, bir defa daha okuyunuz ve bu din ve bu vatan için toprağa düşmüş, ömrünü bu yolda geçirmiş ve aramızdan ayrılmış ceddimize armağan ediniz. İstiklâl Marşımızı, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni hatırlayınız. Her güzelliğin “Belki yarın, belki yarından da yakın” olduğunu hissedeceksiniz.
Bayramınız her türlü hayırlara vesile olur inşallah. Selam ve dua ile.