Nedamet getirin!
7 Haziran seçimlerinin hemen öncesiydi; Müyesser Yıldız'la birlikte, "Balyoz'da tüm sanıklara beraat" haberinden sonra buluşmuştuk Ahmet Tatar'la. (Hâlâ tanımayan kaldıysa, Ahmet Tatar, önceki gün Poyrazköy Davası'nda verilen kararla "mezarda beraat eden" Yarbay Ali Tatar'ın ağabeyi…)
Hani hemen herkesin ukde kalan, zamanını bekleyen bir çift lafı vardır ya içinde bir yerde… Onunki neydi acaba? O an orada, yanımızda olsalar ne derdi, ne söylemek isterdi canından can koparanlara?
İki kelime:
- Nedamet getirin!
Bu iki kelime eşsiz bir insanlık dersinin özeti olarak dökülmüştü Tatar'ın dudaklarından. Ve sanırım benim aylar önce, gözlerim dolu dolu gözleriyle kesişmesin diye nereye bakacağımı şaşırmış halde, sessiz, soluksuz ama içim titreyerek dinlediğim o dersi, sizinle de paylaşmak için en doğru zaman geldi; şimdi…
***
"Deniz Kuvvetleri'nde, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmak üzere kurulan cuntaya üye olduğu" iddiasıyla envai çeşit "onursuzluk"la suçlanan, mezhebinden ailesine hunharca yürütülen haysiyet cellatlığının hedefi olarak manşetlerle peşin peşin yargısız infaz edilen Yarbay Ali Tatar, bir kere tutuklanıp salıverildikten sonra zulmün kapısına ikinci kere dayandığını öğrendiğinde dayamıştı namluyu şakağına…
Sonrası yok ailesi için;
Hiçbir beraat kararı, gecikmiş hiçbir özür, hiçbir "intikam(!)" geri getirmeyecek çünkü Satı Ana'nın en küçük oğlu, Gökçen'in herkesten büyük, herkesten güçlü babası, Ahmet ağabeyinin, Hürriyet ablasının kardeşini…
Dönemin medya tetikçilerine göre Tatar'ın suçlu olduğunun birincil kanıtı Aleviliğiydi!
Halbuki tam da o terörize etmeye çalıştıkları Alevi kültüründen gelen "ermiş"lik, "aşmış"lıkla bakın nasıl konuşuyor Ahmet Tatar:
"Bizim inancımızda kin, nefret 'yol'dan düşmeyi getirir. Düşkün olursun. İlahi cezalarını bırak toplumdan dışlanırsın. Yüzyüze bakıyoruz; insan insanın aynasıdır bize göre. Öç, intikam; bu sonu olan bir şey değil ki… Biz-siz diye yeni bir McCarthy dönemini çağırmanın anlamı yok. Hiçbir şeyi de çözmüyor.
Ben tek bir şey derim bunları yapanlara:
Nedamet getirin!
Kendi insanlıklarından utansınlar. Utanacaklar. Çocuklarının, torunlarının yüzüne bakamayacaklar.
Yarın bizim çocuklardan biri, soyadı Pehlivan olan arkadaşına, Sen Süleyman Pehlivan'ın nesisin? dese; torunu olduğu mertçe söyleyebilecek mi? Ama bizim çocuklarımız bugün de, yüz yıl sonra da mertçe söyleyecek; Ben Ali Tatar'ın kızıyım, yeğeniyim, torunuyum diye…
O gece, Ali'nin son gecesi, o mahşer gecesi için bile "o gün o toplantıda kimler vardı, ne karar alındı" diye neler yazdılar. O gece bile dinlediler bizi, o yaşadıklarımızı bile dinlediler, şerefsizce yalan yanlış bir şeyler uçurdular…
Tahliye, beraat Ali'nin arkadaşları için seviniyoruz tabii ama bunun adaleti olmaz. Giden canın, akan kanın adaleti olur mu?
Ben insanın bu dünyada da cenneti ve cehenneminin olduğuna inanıyorum. Utanacaklar. Sokağa çıkamayacaklar ve bunu yaşayacaklar.
Ah almışsın. Bunun insan psikolojisinde baskısının olmaması düşünülebilir mi?
Can gitmiş. Önüne tahliyesi gelmişi, red demişsin, bir kağıda imza atmışsın. Adam hayatını kaybetmiş. O imzalı kağıt bende var, onda var, başkasında var. Bir gün, biri mutlaka çıkarır karşısına, sorar.
Ben Süleyman Pehlivan adını rastgele söylemiyorum mesela, rahatsız olsun diye söylüyorum. Her zaman hatırlatacağız biz bunu ona, vicdanıyla baş başa bırakacağız.
Çok istisna, psikopat filan değilse her insanın yüreğine işler bu gözyaşları; onların da işleyecek. Kaçabilecekleri bir yer yok!
Sen ne olursan ol. İstersen Dar'ül Harb de. Kendini Müslüman bizi kafir gör. Sonuçta etten ve kemiktensin. Bu ahlar bir şekilde yüreğine ulaşır bir gün. İnsan hayatı boyunca frene basamaz ki, en sonunda gevşeyeceği bir zaman var.
İade-i itibar diyorlar.
Biz canımızı verdik ama itibarımızı hiçbir zaman teslim etmedik. Bizim onların vereceği itibara ihtiyacımız yok. Ama devletin suçunu, günahını temizlemek gibi bir niyeti varsa gerekli yasal düzenlemeleri kendini arındırmak için yapmalı. Çünkü bununla devam edemez; geçmişine leke düşürdüler…"
Gidenin geri gelmediği yerde üzerine söyleyecek bir şey yok…