Ne mutlu etnik kimliğim var diyene!

12 Eylül günleri... Yer Elazığ... ‘Türk milliyetçiliği’nden yargılanan oğlunu cezaevine ziyarete gelen bazı anne-babalar görevliler tarafından tartaklanıyor, oğullarıyla görüşmeleri engelleniyor ve ite kaka dışarıya çıkarılıyor... Sebep, Türkçe bilmemeleri ve oğullarıyla Kürtçe veya Zazaca konuşmaya çalışmaları...
Bu çarpık fotoğrafı hangi siyasî terminoloji, hangi milliyetçi literatür açıklamaya yeter? Oğul Türk milliyetçiliğinden içeride, ana-baba Türkçe bilmiyor!.. Ya da oğlu milliyetçiliğin gereğini yaptığı, toprağa, bayrağa, dile sahip çıktığı için cezaevinde, anne-baba ise ‘devleti kurtarmaya gelenler’in baskısı sonucu çocuklarıyla görüşemiyorlar!.. Tarifsiz bir çelişki..
Buradan varmak isteğim sonuç, bütün suçu 12 Eylülcülere atmak değil, milliyetçi hareketin dün hangi farklı etnik kökenden gelirse gelsin, insanları ‘bir amaç uğruna’, aynı potada ‘kardeş’ yapabilmesine çarpıcı bir örnek sunmaktır... Türkçe bilmeyen bir ana-babadan Türk bayrağı uğruna ölümü göze alacak vatanseverler çıkaran milliyetçi hareket, bugün kardeşlik modeli başarıyla ispatlanmış bir tecrübeyi bize hatırlatıyor...
Onbeş-yirmi yıl öncesine kadar kimsenin ‘etnik köken’ini pek merak edilmezdi... O küçük etnik virüs bugün öyle bir sarmal haline geldi ki, artık herkes birbirinin, kiracısının, kızına talip olanın, dairede şefinin, hükümetteki bakanın, gazetede yazarın, emniyetteki müdürünün vs. etnik kimliğini sorguluyor... Pek çok insan, olumsuzlukla karşılaştığında, bunu sorumlu tuttuğu kişinin etnik kimliğiyle açıklamaya çalışıyor... Bu artık, yok sayamayacağımız toplumsal bir gerçek...
Özal’dan ‘Kürt realitesi’ni, Demirel’den etnik grup sayılarını öğrenmeye başladık... Bayrağa sarılı cenazeler geldikçe biz öfkemizi bilerken, başkaları bize ‘güvenlikçi politikalar’ın çözüm olmadığını, tarihle yüzleşmemiz gerektiğini kasmaya başladı... AB uyum paketleriyle sözde özgürlüklerin önünü açtık, güvenlikçi politikaları, ‘demokrasi’yle takas etmenin faziletine inandık... Kafamızı duvara çarptıkça, kulağımıza ‘çok iyi gidiyorsunuz, biraz daha, biraz daha’ gazlamaları geldi...
Bu kadar çaba ve fedakârlığın ‘kardeşlik’ toplayacağımız bir ‘hasat zamanı’ gelmeli ve o da bugünlerde gerçekleşmeliydi değil mi? Oysa dirilen ‘kardeşlik’ değil, etnik kimlikler üzerinden ‘ayrımcılık’ oldu... Kim bugün ‘kardeşlik’ duygumuzun geçmişe oranla pekiştiğini iddia edebiliyorsa, ya ahmaktır ya da durumdan memnun olan siyasî illüzyoncudur...
“AKP sayesinde hepimiz Türk olmaktan kurtulduk” diyen o il başkanının kafası yönetiyor bugün Türkiye’yi... Demek ki, bu bastırılmış kafaya göre ‘Türklük’ bir etnik hapishaneydi!.. Kusmak için fırsat kollanan bu kin aslında herşeyi özetliyor... Tıpkı zorlamayla parlatılan ve sonunda AKP yönetimine alınan Yasin Aktay’ın diğer milliyetçilikler gibi Türk milliyetçiliğinin de İslâm’la her zaman bir derdi olduğunu zırvalaması gibi...
Bunların saplantılarını Medine hurması tarif eder gibi ‘İslâmî’leştirmeye çalışmaları artık koktu... Sonuç ortada... Birbirini sevmeyen, aralarındaki duvarlar kalınlaşan etnik kimlikler artık dünden daha keskin hâlde...
Bu bir sebep değil, uygulamaların kaçınılmaz sonucu... Bir arada yaşama ülküsü ve kardeşlik duygusu yıllardır nereden zedeleniyor, bugün hangi seviyededir diye el yordamıyla yapılan çalışmalar bile felaketi gösteriyor...
Ama kime anlatacaksınız bunları? “AKP iktidarında Kürt, ismiyle, şeref ve haysiyetiyle tanındı ve itibar gördü” diyerek, daha önce Kürt’e bu devletin ‘şerefsiz ve haysiyetsiz’ muamelesi yaptığını öne sürmüş olan kafa bunları alır mı? Elbete almaz... Bunu almayacağı gibi, yazının girişinde sözünü ettiğimiz, etnik kimliklerin ötesinde bir kardeşlik tecrübesini, o başarı hikâyesini, vatan, bayrak ve mukaddesat temelli bir milliyetçiliği o fantastik ‘İslâmcı’ kafa hiç almaz...

Yazarın Diğer Yazıları