Ne geldiyse başımıza ABD'den...
Yani düşünüyorum da, millet, ne çektiyse ABD'den çekti? Kimseden bu kadar çekmedi. Kurtuluş savaşında İstanbul'u işgal eden müttefikler bile bu kadar çektirmedi. Missouri zırhlısından bu yana, elleri içimizde. Menderes'i sözlerini dinlemedi diye iktidardan indirdiler.
BOP eş başkanı ilan ettiğin kişi, role çok ısındı, kendini asrın lideri ilan edip, askeri ve etrafındaki herkesi mıncıkladı. Önce askerin kafasına torba geçirildi. Sonra, ABD'den temin edilen uyduruk belgelerle, komutanların hayatı karartıldı. Liyakat esasına dayalı TSK'da, silsileimeratip ve gelenekler yıkılıp, bel bükme açısı sıralaması getirildi. Terfi etmemesi gerekenler, hızla yükseldi. Kendisini sevmeyen komutanları, "davanın savcısı benim" diye eritip, sonra da ben değil paralel yaptı diye salıverdi. Amerikalıların Atatürk'ü sevmediğini anlayınca, Mustafa Kemal ile kendini bir tutup, eserlerinin altına dinamit koydu, Cumhuriyeti yok edip küllerinden külliyeler yarattı. Gördüğün gibi nelerden sorumlu ABD...
***
Yıllar önce, rahmetli Turgut Özal ile Teksas eyaleti Houston kentindeki bir sohbet aklıma geldi. Gene bir sağlık muayenesi için ABD'ye gelmiş ve Double Tree otelinde kaldığı dairede, canı sıkıldığı için sohbet amaçlı, lobide bekleyen az sayıdaki biz gazetecileri çağırtmıştı. Laf dönüp dolaşıp, o yıllarda bozulmaya başlayan ekonomi ve güvenlik konularına gelmişti. Herkes bir şey söyledi, ben patavatsız da latife olsun diye, çözüm olarak ABD'nin 51'inci eyaleti olmayı (o yıllarda 50 eyalet vardı) paranın da dolar olması halinde değerli olacağını, sınırları Amerikan askerlerinin koruyacağını ve savunma bütçesine para ayırmayacağımızı söylemiştim. Buraya kadar onaylayarak, sessizce dinleyen Özal, 'siz de Türkiye eyaletinin valisi olursunuz' deyince itiraz etmiş, "olur mu yahu" demişti. O aslında ABD'ye başkan olursunuz dememi beklemişti.
***
Gelelim ABD'ye. Şu ABD'nin suçları öyle böyle az değil. Kalk Türk ekonomisindeki cari açığı kapatan, bakanlara ek gelir sağlayan, hayırsever iş adamını yakala, bir de kalk İran'daki CIA ajanları ile değiş tokuş edeceğini sızdır. New York'ta yargılanan bu hayırsever genç de, şimdi münasebetsiz açıklamalar yaparak, suçu tüm kabine ve külliyeye kadar yay. Oldu mu şimdi.
Oysa "kahrol ABD" diye bağırırken, Amerikalı gibi görünmek için yırtındık. Orta Doğu'nun en güzel şehri İstanbul'u, çakma New York'a çevirdik. Yapılan sitelerin, çarşıların isimlerini, İngilizce adlandırdık. Kendi kültürümüzü bir kenara koyup, "çak, çaklar-aşkım, aşkımlar"la (give me five, love) dilini zenginleştirdin. Ve hatta anlamını bilmediğim İngilizce tişörtler giyerek dolandık. Dengesiz ekonomimizi, paramızı ABD Merkez Bankası'na bağladık. Televizyonlarda, çalıntı diziler, yarışma programları, müzikler yayınladık. Amerikan filmlerindeki, araba yarışları, cep telefonları, facebooklar, uçan tekmeler, çocuk bakımı, daha bir sürü şey.
Ülke yönetiminde, PKK'lıları affet diye baskı yaptı, sonra da kentleri yıkarak bu teröristleri yok eden güvenlik güçlerini eleştirdi. Ama patron bir şeylerin doğru gitmediğini fark etti. Washington'da Beyaz Saray'da anlattığı masalları, ABD'nin siyahi lideri de yemedi. Hatta o içerdeyken kalktı, dışarda asrın liderini eleştirdi. Aslında diplomatik bir nezaket vardır, yalancıya bile yüzüne karşı yalancı denmez. Ama dediler.
Peki, tüm bunlar bize yapılırken, sen niye onun kuklalarını alkışlayıp, sloganlar attın? Bu işte senin sorumluluğun, onlardan az mı sanıyorsun?