Ne diyorsunuz efendiler?
Çıkarın ağzınızdaki baklayı! Ne diyorsunuz; açıkça, yiğitçe söyleyin. Bir idam mahkûmunu muhatap mı alalım diyorsunuz? Bunu mu söylüyorsunuz? İdam mahkûmu ile pazarlık yapan bir devlete ben ne kadar güvenebilirim? Böyle bir devlete ben ne kadar itibar edebilirim; vatandaş ne kadar itibar edebilir? Böyle bir devletin şerefi, haysiyeti, itibarı kalır mı? Böyle bir devlette kanunların hüküm sürdüğünden bahsedilebilir mi? Devletin şu veya bu merciinin, kamuoyundan gizli olarak bir idam mahkûmu ile görüşmüş olmasına bu devlete mensup bir vatandaş olarak ben nasıl tahammül edebilirim; sen nasıl tahammül edebilirsin; o nasıl tahammül edebilir? Böyle bir görüşmeyi yapmaya, böyle bir görüşmeye izin vermeye kim, hangi hakla cür’et edebilir? Buna izin veren bir makam Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını temsil etme hakkını taşıyabilir mi?
Daha ne diyorsunuz? Bir takım bölgelerdeki bir takım insanlar kendi meclislerini, kendi güvenlik güçlerini kurup özerk yönetim oluşturacaklar öyle mi? Sonra da “biz ülkenin bölünmesini istemiyoruz” diyorsunuz? Bölünme daha nasıl olacak? Federasyonla mı? Onu da ima edenleriniz var. Federasyon da bölünmeyi önlermiş. Her hâlde bu ülkenin insanlarını çok saf bellediniz. Bir de bu devleti iki halkın kurduğu yaveleri var. Anayasayla da bu tescil edilmeliymiş. Bir halk deyişi var, “alan da satan mı?” diye. Ben yüzlerce yıl boyunca kanımı dökerek bu toprakları vatan edineyim; sonra da birilerini ortak edeyim. İsmet İnönü’nün sözleri artık bir vecize oldu: “Hadi ordan sen de!”
Toplumu kemiren bir eşitlik belası var. Yanlış bir eşitlik anlayışı. Yetenekli ile yeteneksizi bir tutan, çalışanla çalışmayana aynı maaşı veren bir eşitlik anlayışı. Bunlar aslında tam tersine eşitsizlik uygulamaları. Ancak toplumda eşitlik adına isteniyor bunlar. Ben buna “eşitlik belası” diyorum. Bölücülük konusunda da bazı çok bilmişler “eşitlik” diye tutturmuşlar. Şehit analarının gözyaşlarına içimiz yanıyormuş da teröristin anası ana değil miymiş? Elbette o da ana. Ama ne yapalım yani? Oğlu suç işlemişse, devlete silahlı isyana yeltenmişse biz ne yapalım? Silahını çekmesine, bombasını patlatmasına göz mü yumalım? Yoksa, ülkeye ayrı bir etnik grup olarak ortak olma, ülkeyi bölme talebine evet mi diyelim?
Ortada, devlete ortak olma, ülkeyi bölme amacıyla yürütülen silahlı bir başkaldırma olayı var. Silahlı başkaldırma, devletin güvenlik güçleriyle, silahla önlenir. “Bakın, barış değil, savaş istiyorlar; savaş çığlıkları atıyorlar” diyerek suçlama tamtamlarınızı çalmaya başlamayınız. Ortada silahlı başkaldırı var; mayınla, uzaktan kumandayla askeri de, sivili de, polisi de öldürüyorlar; öl-dü-rü-yor-lar! Silahlarını bırakmak için ileri sürdükleri şartları da dünya âlem biliyor: İdam mahkûmunu serbest bırakacak ve muhatap alacaksınız; demokratik özerkliği görüşeceksiniz. Hiçbir devlet, bölünmeyi veya devlete ortak kabul etmeyi isyancıyla görüşmez.
Bu bela bitirilmişti; yine bitirilebilir. Kimin yalan söylediği rakamlarla bellidir; rakamlar yalan söylemez. Bela tekrar ortadan kaldırılabilir; yeter ki buna niyet ediniz. Gayrinizami savaşa gayrinizami savaşla karşılık verirseniz bu işi bitirirsiniz. Bu şikâyet edilen sınırlar, teröristin sızmasına imkân veriyor da bizim komandomuzun, bizim özel harekâtçımızın sızmasına imkân vermiyor mu? Onlar sınırdan sızıp vur kaç yapıyorlar da bizimkiler yapamıyor mu? Onların sınırlarımız içinde “gerilla” dedikleri gruplar oluyor da biz Irak’ın kuzeyinde bir şeyler oluşturamıyor muyuz? Irak Türklerini bu maksatla eğitmek aklınıza gelmiyor mu? Yakın geçmişimizde Kıbrıs’taki “Türk Mukavemet Teşkilatı” örneği de önümüzde duruyor. Evet, yeter ki isteyiniz.
Uyuşturucu kaçakçılığından büyük mali imkânlar elde ettikleri de biliniyor. Bu kaçakçılığı önlemek, böylece mali imkânlarını daraltmak mümkün değil mi? Yoksa devletimiz buna da mı kolay değil diyor? “Eh, o kolay değil, bu kolay değil! İsteyen istediği büyük şehre gidip, devletin toprağına kanunsuz ev yapabilir; bunu da önlemek kolay değil. Böylece oluşan varoşlarda molotof kokteylli saldırıları önlemek de kolay değil. Bir çocuk doğuranlara nüfus kontrolü uygulamak kolay; ama iki üç kadınla evlenerek on çocuk doğuranlara nüfus kontrolü uygulamak hiç kolay değil.” O zaman sen niye hükümet ediyorsun arkadaş? “Saldım çayıra, Mevlam kayıra!” de, olsun bitsin. Zaten her şey Mevla’nın işi değil mi?