Nazım’ı küçük yaşta görmek ve tanımak kaderimde varmış

Nazım’ı küçük yaşta görmek ve tanımak kaderimde varmış

Çağdaş Türk ve Bulgar edebiyatlarının en deneyimli usta şairlerinden Rüstem Aziz, Varna Yeniçağ`ın sorularını yanıtladı.

Söyleşi: Dr. Mayis Alizade / Yeniçağ

Yeniçağ:Efendim, isterseniz sohbetimize Bulgaristan`daki ve özellikle Türk bölgelerindeki edebiyatı değerlendirerek başlayalım. Neler söylemek isterdiniz?

Rüstem Aziz: Bulgaristan`daki ve özellikle Türk bölgelerindeki edebiyatı değerlendirmek başlı başına derya gibi bir konu Mayis bey. Müsade ederseniz, sırf Bulgaristan Türklerinin özellikle yazılı edebiyatını kısaca değerlendirmeye çalışalım. Bu bağlamda, Bulgaristan’daki Türk varlığı tanımının tarihsel süreç içinde gerçek duruma, somut şartlara göre değil, politik konjonktüre göre sık sık değiştirilmiştir olduğunu belirtmek yerinde olur. Bir kaç örnek vereyim. 1950 yılına kadar Bulgaristan Türkleri Türk Azınlığı şeklinde ifade ediliyordu. Ancak 1950–1965 yılları arasında bizlere Türk Ahalisi denildi. 1965–1976 yılları arasında Türk Kökenli Bulgaristan Vatandaşı şeklinde ifade edildik. 1976-1984 yılları arasında bizlere Bulgar Türkleri deniliyordu. 1984-1989 yılları arasında, yani Bulgarlaştırma anlamındaki o sözümona Soya Dönüş Süreci döneminde Müslümanlaştırılmış Bulgarlar tabiriyle Bulgar soyundan sayıldık. 1990 itibariyle günümüzde Bulgaristan Anayasası’nın 36. maddesinin 2. fıkrasında Türk azınlık yerine Anadili Bulgarca Olmayan Vatandaşlar ifadesi bulunuyor. Bu hususun elbette ki, edebiyatımızdaki durumu ve gelişmeleri yakından ilgilendirdiğini belirtmeden geçemeyiz.

whatsapp-image-2025-01-03-at-09-26-34-kopya.jpeg

Bulgaristan yazılı Türk edebiyatı çoğu araştırmacılar tarafından 1878'de Bulgaristan Devletinin kuruluşundan 1944'e kadar süren dönem, 1944-1989 arası dönem ve 1990'dan günümüze kadarki dönem olmak üzere üçe ayrılmış bulunuyor. Bulgaristan Türklerinin edebiyatı derken, Türklerin genel nüfus dahilinde ve illere göre dağılımını hatırlamak uygun olur. Bulgaristan nüfusu 6 milyon cıvarında. 2011 yılında yapılan nüfus sayımına göre 750 bin Türk asıllı yaşıyorken, 2021 nüfus sayımı açıklamasına göre kendisini Türk olarak tanımlayanların sayısı 508 bin 378’e düşmüş. Yani 10 yılda yaklaşık 250 bin kişilik bir azalma olmuş. Son sayıma göre nüfusun yüzde 8.4’ü Türk asıllı vatandaşlar. Bulgaristan yazılı edebiyatının son dönemlerdeki yaratıcıları bu Türk asıllı insanlarımız.

1944’e kadarki döneme gelince, Bulgaristan Türk Edebiyatı bu dönemde bir dereceye kadar kendini korumayı başardı, ama büyük bir gelişme gösteremedi. 1950’lerde ve 1970’li yıllarda yetişen sanatçılar, edebiyatımıza yeni yaklaşım getirdi, yeni bir içtenlik kazandırdı. Şöyle bir notlarıma bakayım: 1950’lli yılların başlarında edebiyatın ön sıralarında Selim Bilâlov, Riza Mollov, Kemal Bunarciev, Yusuf Kerimov, Enver İbrahimov, Salih Baklaciev, Süleyman Gavazov, Hasan Karahüseyinov vb. birinci kuşak sanatçılar grubunu oluşturuyor. İkinci kuşak sanatçıların başında Ahmet Şerifov, Sabri Tatov, Ahmet Tımışev, Niyazi Hüseyinov, Muharrem Tahsinov, Lütfi Demirov, Mehmet Bekirov, Sabahattin Bayramov, Halit Aliosmanov, Lâtif Aliev, İshak Raşidov, Mehmet Davudov, Mehmet Çavuşev, Nevzat Mehmedov, Ömer Osmanov, Recep Küpçü, Ali Kadirov ve daha bir sıra yazar ve şair bulunuyor.

İkinci kuşak sanatçıların başında Ahmet Şerifov, Sabri Tatov, Ahmet Tımışev, Niyazi Hüseyinov, Muharrem Tahsinov, Lütfi Demirov, Mehmet Bekirov, Sabahattin Bayramov, Halit Aliosmanov, Lâtif Aliev, İshak Raşidov, Mehmet Davudov, Mehmet Çavuşev, Nevzat Mehmedov, Ömer Osmanov, Recep Küpçü, Ali Kadirov ve daha bir sıra yazar ve şairin adını sayabiliriz.

Üçüncü kuşak sanatçılar gurubunun başında Mustafa Mutkov, İsmail Çavuşev, Faik İsmailov, Halim Halilibrahimov, Süleyman Yusufov, Durhan Hasanov, Osman Azizov, Şaban Mahmudov, Şahin Mustafaov, Naci Ferhadov, Sabri İbrahimov, Ali Bayramov, İslâm Beytullov, Turhan Resiev, Ahmet Eminov, Aliş Saidov, Mustafa Çetev, Mehmet Sansarov, Ali Durmuşev ve adlarını sayamadığım daha birçokları. Söz konusu alt dönem edebiyatında kadın sanatçılarımızdan Mefkure Mollova, Nadiye Ahmedova, Lâmia Varnalı, Necmiye Mehmedova ve Nebiye İbrahimova değerli eserleriyle varlıklarını kanıtlamış durumda.

İkinci ve üçüncü kuşak sanatçılarda yeni edebî yaklaşımlar belirdi ve özellikle şiirde hızla gelişme kaydedildi. Recep Küpçü, şiirde duygusallığı güçlendirdi, Mefkure Mollova şiire ince bir lirizm getirdi, bazı şairlerimiz ise şiirimizde yiğitlik unsurlarının güçlenmesini sağladı.

Sosyalist dönemde hikâye türünde Selim Bilâlov, Kemal Bunarciev, Ahmet Tımışev, Sabri Tatov, Hüsmen İsmailov, Muharrem Tahsinov, Halit Aliosmanov, Ali Kadirov, Mehmet Alev, Mustafa Bayramali, Halim Halilibrahimov ve daha birçok sanatçımız değerli eserler verdi. Uzun hikâyede İshak Raşidov’un ismi var. Roman türünde ilk adımı 1960’da Sabri Tatov attı. Mizah ve fıkra alanında da Mehmet Bekirov, Ahmet Tımışev, Turhan Rasiev, Ali Durmuşev, Nihat Altınok vb. üstatlarımız bulunuyor.

Bulgaristan’ın sosyalist rejimden sonra kapitalist rejimi yeniden yaşamaya başladığı dönem belleklerde 1989 Büyük Göç yılı olarak yerleşti. O zaman ve daha sonraki yaklaşık yirmi bin Bulgaristan Türkü aydının Türkiye’ye göçettiği iyi biliniyor. Bu ise Bulgaristan Türklerinin aydın kesiminin önemli ölzüde güç yitirmiş olduğu anlamına geliyor.

1990’dan bu yana demokratikleşme yolunda adımlar atmaya çalışan Bulgaristan’da Türk yazını, edebi değeri oldukça yüksek eserlerle zenginleşmeye devam ediylor. Bütün idari, hukuki ve mali zorluk ve engellere rağmen, kayda değer gelişme gösteriyor. Bu dönemde basılan Türkçe kitap sayısının bini aştığına kesin gözüyle bakılıyor.

whatsapp-image-2025-01-03-at-09-27-10-kopya.jpeg

Kimileri bu fani dünyayı terketmiş olsa da, edebiyatçılarımızın bazılarını anmak yerinde olur. İsmail Çavuşev, Naim Bakoğlu, Turhan Rasiev, Aliş Saidov, İsmail Yakubov, Kadir Osmanov, Ali Durmuşev, Sabri İbrahimov, Mehmet Alev, Saffet Eren, Habibe Hasan, Ali Durhanov, Rüstem Aziz - Karakurt, Mustafa Bayramali, Bayram Kuşku, Habil Kurt, Nurten Remzi, Emel Balıkçı, Hasan Üzeyir, Mehmed Keçici ve daha nice yaratıcımız edebiyatımıza değerli katkıda bulunmuştur.

Ayrıca genç kuşakların temsilcileri de bu geleneği sürdürüyor. Burada Şefika Refik, Resmiye Mümin, İsmet İsmail, Hatice Durgut, Aysun Ramadan, Fatme İbrahim gibi isimleri rahatlıkla sayabilirim.

Kasım 2009’da İzmir’de uluslararası edebiyat etkinliğindeki sunumunda değerli üstadımız İsa Cebeci, Bulgaristan Türkleri edebiyatının ayrılmaz bir parçası olarak, Türkiye’ye göç etmiş yazar ve şairlerimizin isimlerini şöyle zikrediyor: “Bugün, Türkiye’de yazarlık serüvenini devam ettirenlerden Ahmet Türkay, Niyazi Bahtiyar, Durhan Hatipoğlu, Ahmed Emin Atasoy, Galip Sertel, Nihat Altınok, Şaban Kalkan, İsa Cebeci, İbrahim Kamberoğlu, Yusuf Taşkın, Mehmet Çavuşoğlu, Şükrü Esen, Hafize Gün, Mümin Topçu, Mustafa Aladağ, Arzu Tahir, Kadriye Cesur, Hüseyin Mevsim, Mehmet Türker, Aziz Taş, Hilmi Haşal, Aynur Açıkgöz, Firdevs Büyükateş, Suna Yılmaz ve Halime Yıldız gibi isimler bizim gerçek birer gurur ve kıvanç kaynağımızdır. Göçmen kardeşlerimizin penceresinden baktığımızda genellikle tarifsiz bir memleket özlemi ve sevgisi görmekteyiz.” Bu isimlere yurdunu terk etmek zorunda kalan İbrahim Kamberoğlu’nu ve daha nicelerini katabiliriz.

whatsapp-image-2025-01-03-at-09-26-45-kopya.jpegYeniçağ: Edebiyat mı sizi buldu yoksa siz mi edebiyatsız yaşamayacağınızı delikanlılık zamanınızda anlayarak yaşamınızı bu işlere verdiniz?

Rüstem Aziz: İlginç bir soru! Sanırım, bu iş biraz karşılıklı oldu. Önemli olan, buluşmuş olmamız. Edebiyatsız yaşayamam gibi bir önceliğim olmadı. 1960’lı yıllarda ve 70’li yılların başlarında, yani liseli ve üniversiteli yıllarımda, çok sarsıcı olaylar karşısında duygularımı şiire dökmek bir tür alışkanlık oldu benim için. Buna fazla bir önem de vermiyordum. Adeta içim rahatlıyordu. Kötü durumlara tepkimi bu şekilde de ifade etmiş oluyordum. Öylece not defterimde duruyordu o minik, iki, üç dörtlükten ibaret şiirlerim. Yeri gelmişken şunu belirteyim: Edebiyata ilgim ile şiir veya öykü yazmam arasındaki fark şuydu ki, edebiyat, yani bir bakıma kitaplar, sülalemizin, ailemizin bir nevi hazinesiydi. Çok kitap okunurdu yakın ve uzak çevremde. Bulgar klasiklerinin, Rus klasiklerinin başlıca eserleri vardı kitaplığımızda. Babamın Fransızca hayli kitabı vardı. Kaldı ki, orta öğrenimimi Türk okulunda geçirmiş olmamın bir önceliği, Türk edebiyatını tanımaya başlamış olmamdı.

Edebiyata ilgim, bilgimin, hayat tecrübemin artmasıyla at başı gitti. Özellikle Almanyalı yıllarımda şiire daha önem vermeye başladım. Dediğim gibi, not defterimde birikiyorlardı. Rahmetli ablam ziyaretime geldiğinde onları bir güzel kopyalamış ve Bulgaristan’a döndüğünde Sofya’da Naci Ferhadov’a teslim etmiş. O da Yeni Hayat dergisinde sorumlu görevli olarak dergide yayınlamaya başlamış. Benim pek haberim olmadan, Nazım’ın bir ifadesini hatırlatırcasına, ben en büyük şair olmuştum mahallemizde!

Yeniçağ: Edebi hayatınızda Nazım Hikmet`in müstesna yerinin olduğunu biliyoruz. Nazım`ın eserlerinin toplandığı sekiz ciltliği 1970-80`li yıllarda Sofya`da Türkçe basılırken Yapı ve kredi yayınları Türkiye`de birkaç sene önce basabildi .Herşeye rağmen Sofya baskısı günümüze kadar en üst düzeydeki kıymetini koruyor. Sizin görüşünüz?

whatsapp-image-2025-01-03-at-09-26-57-kopya.jpeg

Rüstem Aziz: Türk olarak Bulgaristan doğumlu olup, orada eğitim görmüş, üstelik Türk okullarında okumuş olup da, Nazım Hikmet’in edebiyatı ve hayat serüveninden etkilenmiş olmayan birine ben şahsen rastlamadım. Işıklar içinde yatsın, Kırcaali Türk Rodop okulunda bir edebiyat öğretmenimiz vardı Durgut bey, Nazım’ın beş şiirini ezbere okuyamayan öğrencileri çoğu kez dersten kovuyor, öğrenin öyle gelin diyordu. Zamanla Nazım Hikmet’in, Sabahattin Ali’nin eserlerini bizlere çok iyi öğretmiş, bizlerin somut hayatla bağlarımızı bu eserler esasında güçlendirmeye çalışmıştı. Nazım Hikmet’in toplu eserlerinin 8 cilt şeklinde Bulgaristan’da basılmış olması, bizler için harika bir olguydu. Bu ciltleri ben ancak Almanya’da, o zamanki Doğu Almanya’da Türk edebiyatının isimlerinden Fahri Erdinç ve Ziya Yamaç’ın yardımıyla edindim. Böylece paha biçilmez bir hazineye kavuşmuş oldum. Memleketimden İnsan Manzaraları eserini kaz kez okuduğumu hatırlamıyorum bile. O zamanlar, günün birinde İstanbul’da 8 cildi N. Hikmet vakfına bırakacağım,Nazım’ın Laypsig’de kaldığı yıllarnda çalışma odasında oturduğu koltuğu da yine yıllar sonra ve yine İstanbul’daki Nazım vakfına bırakacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. Böylesine büyük bir değerin, insanlığa malolmuş bir dev şairin eserlerinin ancak birkaç sene önce yayınmış olması, elbette üzücü bir olguydu. Ama aynı zamanda kaçınılmaz bir olguydu. Daha sonraki yıllarda Nazım’ın kimi yeni eserleri meydana çıkarıldı. Hapıslerde yazdığı binlerce satırlık eserlerinin, değişik vesilelerle “güme gittiği” kakıldığı, yokedildiği de biliniyor.

Yeniçağ: Bulgaristan`ın Türk bölgelerinde hem edebi ortamın gelişmesi ve hem de Türk dilindeki eğitime ilginin artması için Nazım Hikmet`in önemli rolünün olduğunu biliyoruz. Siz küçük yaşta Nazım`ı tanıdınız, Moskova`da hep mezarını ziyaret ettiniz.Neler söylemek isterdiniz?

Rüstem Aziz: İyi ki hatırlattınız! Küçük yaşta Nazım’ı görmüş, tanımış olmak varmış meğerse kaderimde. Bu anım onun 1951 Bulgaristan gezisiyle, bu arada Kırcaali ziyaretiyle ilgili. 1951 yılı Bulgaristan Türkleri için bu bakımdan çok özel bir yıl. Yıllar boyu Çankırı ve Bursa hapishanelerinde kaldıktan sonra ölüm orucuna yatan ve dünya çapında yürütülün kampanya sonucunda serbest bırakılan Nazım Hikmet, aynı yıl o zamanki Bulgaristan Komünist Partisi yönetiminin daveti üzerine, gidip yerleştiği Moskova’dan trenle bir sabahın erken saatlerinde Rusçuk garında Bulgaristan toprağına ayak basmış. Gar ve çevresi mahşer yeri olmuştur. Büyük bir sevgi ve heyecanla karşılanmış. Sonra ülke gezisi başlamış. Deliorman, Dobruca, Trakya... ve Rodoplar’ın tacı Kırcaali ziyareti.

O zamanlar ancak yedi yaşında ve birinci sınıf öğrencisiyim. Buna rağmen o ziyaret günü belleğime öylesine yer etmiş ki, sekseni aşmış ömrüm boyunca hiç unutmadım. Aile içi konuşmalarımızda, sosyal çevremdeki sohbetlerimizde sık sık Nazım Hikmet’ten ve onun Bulgaristan’a yaptığı ilk ziyaretten söz edilmiş olması, anılarımı canlı tutmuş olsa gerek.

Nazım Hikmet’in Kırcaali’de karşılanması diğer bölgelerdekilerin boyutunu fazlasıyla aşmıştı. Daha sonraları otuz bin kişi olduğunu öğrendiğim o kalabalık, şehrin merkez meydanını, çevredeki sokakları, bahçeleri doldurmuştu. Çevre ilçe ve köylerden halk şehre akın etmişti. Şairin meydana indiği an yüzlerce beyaz güvercin uçurulup semalara yükselmişti. Şair sevinç gözyaşlarını tutamamış, kürsüye çıkıp, içten bir konuşma yapmıştı. Daha sonraları basında gördüğüm üzere, şunları söylemiş:

“Kardeşlerim! Davetiniz ve bu muhteşem karşılama için hepinize teşekkür ederim. Kurtuluşumun mücahitleri olan sizlerin arasına hür olarak gelebildiğim için çok bahtiyarım. Bulgaristan’da bir haftadan beri dolaşıyorum. Kalbinizin ateşiyle kurduğunuz yeni hayat beni çocuklar gibi sevindiriyor…”

Kırcaali’de ve Türk Pedagoji Okulu’nu barındıran ve Medrese diye bilinen yapının bahçesinde Nazım Hikmet kendisini mutlu eden bir sürprizle karşılaşıyor. Çiçek demetleriyle kızlar, güler yüzlü çocuk ve öğretmenler çevresini sarıyor. Biraz sonra bir grup öğrenci Nazım’ın şiirlerini okuyor.

O dönem Kırcaali Parti yönetiminin başında Jivko Jivkov var. O da kürsüye gelip Nazım’ı mutlu eden bir haberi bildiriyor. “Kırcaali’de bir sokağa Nazım Hikmet adı verilmiştir” diyor. Nazım Hikmet bu habere gerçekten çok sevindiğini şu sözleriyle ifade ediyor: “Bu sokaktan geçenlerin bahtiyar olmaları ve dünyada hiçbir sokağın bomba ve mermilerle harap olmaması için bütün hayatımı barış davasına hasredeceğim!”

Nazım Hikmet Bulgaristan’a 1957 yılında da geldi. Ve yine halkımız tarafından sevgi ve saygıyla karşılandı.

Yeniçağ: Bulunduğunuz şehirde, Varna’da Türk Kültür Derneği`ne, Sabahattin Ali Halk Kültürevi’ne önderlik ediyorsunuz. Türk dilindeki edebiyatı daha da zenginleştirmenin önünde herhangi engel var mı? Yeni kuşakların bu işlere görsterdiği ilgi memnuniyet verici midir?

Rüstem Aziz: Sözünü ettiğiniz iki dernek ve çalışmaları, hayatımın en değerli eseri. Niye mi? Çünkü Ülkede rejim değiştikten sonra yapılan kimi reformlardan yararlanma fırsatını yakalayıp, 1993’de Varna Türk Kültür Derneği’nin kurucu heyet başkanlığını yaparak resmi tescilini mahkeme kararıyla yaptırmış oldum. Bulgaristan’da ilk kez, başında Türk sözünün bulunduğu bir kültür ocağı, bir dernek böylece kurulmuş oldu. 6 yıl başkanlığını yürüttüm. Halihazırda derneğin genel sekreterliiğini üstlenmiş bulunuyorum. Ardından, 1962’de yasaklanıp kapatılan Sabahattin Ali Halk Kültürevi’nin yeniden mahkeme kararıyla tescilini yaptırıp faaliyete geçmesini sağladım. Elbette ki, bunları tek başıma yapmadım. Örneğin, Halk Kültürevi’nin tescili için 150 kişinin kişisel verilerini ve kimlik numaralarını alıp, ilgili tutanağı imzalatmak gerekti. Daha sonraları üye sayımız bu rakamları aştı elbette. Türk dilindeki edebiyatı daha da zenginleştirmenin önünde herhangi bir engel var mı, diyorsunuz. Var elbet. Öyle var ki, anlatmaya başlarsam söyleşinin vakti yetmez. Bir edebiyatın gelişmesi için, genç kuşakların yetişip ustaların ardından yürümesi, kendisini geliştirmesi gerekiyor. Bu da en başta anadilinde öğrenim gerektiriyor. Bulgaristan`da Türkçe anadilinde öğretim Anayasaya göre var, gerçek anlamda yok. Birkaç ipucu vereylim: Türkçe seçmeli ders, ama en az 15 çocuğun ana babası müdür beye dilekçeyle başvuracak. Müdür bey hem kabul edebilir, hem etmeyebilir. Bütçem yetersiz der, boş sınıf odam yok der. Kabul etse bile, Türkçe dersi bütün diğer derslerden sonra okuluyor. Destler öylesine az ki, öğretmen bulunsa bile, verdiği derslere göre alacağı maaşla geçinmesi çok zor.

Yeniçağ: Bulgaristan`da Türkçe kitap yayını, dağıtımı edebi gelişmeleri ne ölçüde destekliyor?

Rüstem Aziz: Türkçe kitap yayını, dağıtımı edebi gelişmeleri yakından etkiliyor elbette. Bizde Türkçe kitap bastırmak, yayınlamak, dağıtmak zor zanaat. Hem de çok zor. Bulgaristan Avrupa Birliği’nin en fakir ülkesi. Düşüne biliyor musunuz, bir buçuk milyon vatandaşı Batı Avrupa’ya, Amerikaya gurbete gitmiş bir ülke söz konusu. Derneklerimizin, kültür ocaklarımızın başlıca iki sorunu var öğrenim sorununun dışında. Biri mali sorum, diğeri mekan sorunu. Sözünü edince aklıma geldi: Şu günlerde okudum bir yerde. Batı Avrupanın bilmem hangi ülkesinden Bulgaristana dönmüş Türk asıllı bir vatandaş, bir kilise kurdurtmuş, iki tanesinin de onarımını, restorasyonunu sağlamış. İşte öyle birinin çıkıp, filanca kültür derneğimize mekan kirası, kitaplığın zenginleştirilmesi için şu kadar destek sağladığını görmedim 30 yılı aşkın bir süredir dernekçilik yapan biri olarak. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığının TEDA projesi dahilinde Türk edebiyatından hayli eser çevrilip basıldı Bulgaristan’da, ama bunlar Bulgarcaya çeviriydi. Elbette ki Türk edebiyatına ilgiyi artırdı. Ama bu Türkçe kitapların yerini alamaz.

RÜSTEM AZİZ KİMDİR?

25 Eylül 1944 Kırcaali - Bulgaristan doğumludur. 1987’den beri Varna’da oturmaktadır. Varna Türk Kültür Derneği Kurucu Genel Sekreteri, Sabahattin Ali Halk Kültürevi Kurucu Başkanı, Deliorman Edebiyat Derneği Yönetim Kurulu üyesi, Bulgaristan Gazeteciler Birliği üyesi ve Antalya merkezli Avrasya Sanat Kültür Edebiyat ve Bilim Federasyonu (ASKEF) Bulgaristan temsilcisidir. Moskova Üniversitesi Felsefe Bölümü ve Sofya Üniversitesi Türkoloji Bölümü mezunudur. Uzun yıllar Almanya’da öğretim üyeliği, Bulgaristan’a dönüşünden sonra Radyo Televizyon Kurumu Varna Baş Editör Muavinliği ve Yabancı Diller Servisi Müdürlüğü yapmıştır. Daha sonraki yıllarda, sahibi bulunduğu Karakurt Tercüme Bürosu’nu yönetmiştir. Bunun ardından uzun yıllar T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın TEDA Projesi dahilinde roman çevirileri ve Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı’na arşiv belge çevirileri yapmış, bu çeviriler esasında değişik konularda 37 kitap basılmıştır. Türkçe, Bulgarca, Rusça, Almanca ve Fransızca kitap çevirileri ve tarih konulu derlemeleri kitap piyasalarındadır. Edebi çeviri kitaplarının sayısı 50’yi aşmıştır. Bu çalışmalarının yanı sıra, mahkeme, savcılık, emniyet ve gümrük gibi kurumlarda Bulgaristan Dışişleri Bakanlığı Konsolosluk Müdürlüğü’nün verdiği özel lisansla çevirmenlik ve bilirkişilik yapmaktadır. Edebiyat alanındaki çalışmaları 1967’de başlamıştır. Elbet Bir Gün, Bir Kapı Açılsa ve Rüzgarım Ben başlıklı üç şiir kitabı ile üç derleme kitabı vardır. Birçok edebiyat dergilerinde şiir, öykü ve denemeleri yayınlanmakta, antolojilerde yer almaktadır. Birçok uluslararası edebiyat ve çevirmenlik forum ve etkinliklerine katılmıştır.