Atatürk'ün ismi düşmanlar arasında yer alıyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan da sahte bir hesaptan düşmanla işbirliği içindeymiş gibi gösteriliyordu. Olayın açığa çıkmasından sonra ard arda özürler geldi. Gerçekten de hadise tam bir skandaldı. Türkiye buna karşı sessiz kalamazdı, kalmadı da…
Bu vahim olayda kanaatime göre üç önemli nokta vardır.
Birincisi, bir hanım asker Ebru Binbaşı tarafından ortaya çıkarılmasıdır ki bu uyanık vazifeşinas ordu mensubu, FETÖ mağduru olup, senelerce mahkemelerde süründükten sonra aklanarak görevine dönmüştür. Bu ne demektir? Bilmem kaç sene evvel devletin hain muamelesi yaptığı bir evladı, devletine karşı kurulan komployu fark ederek onu korumuş, hainlerin hadlerini bildirmiştir.
İkincisi, bu komployu kuranın Türkiye kökenli bir şahıs olmasıdır ki acıdır. Muhtemelen bu şahıs ruhunu PKK'nın emrine vermiş bir zavallıdır.
Üçüncüsü ise bu sahtekâr oyunda Atatürk ve Erdoğan'ın isimlerinin yan yana gelmesidir ki insan ister istemez acaba bir ilâhi tecelli midir diye düşünmektedir.
AKP iktidara geldiği günden beri Türk ve Atatürk ismiyle alabildiğine uğraşırken doğrusu bu olayda görülen birliktelik mânâlıdır. Son zamanlarda bu konudaki siyaset değişmiş gibi gözükse de "iki ayyaş" ifadesi kolayına zihinlerden silinmeyecek vahim bir hatadır.
***
Son zamanlarda endişe ve heyecanla takip edilen bir de dâvâ var: Reza Zarrab dâvâsı…
17 Aralık sürecinde gözaltına alınıp sonra serbest bırakılan bu şâibeli sözde iş adamının kısa ve karanlık geçmişine isterseniz şöyle bir göz atalım. Çocuk yaşta ticarete atılan Zarrap, Dubai'de deniz, petrol ticareti ve kuyumculuk yapmış. 23 yaşında gelip yerleştiği Türkiye'de de mücevher işlemeciliği yapıyor, tersane kuruyor, demir çelik ve inşaat sektörlerinde yatırımlar yapıyor. 2008'de henüz 25 yaşında bir tıfıl iken Royal Denizcilik A.Ş'yi kurup ve büyütüyor. Uluslararası altın ticaretine de başlayarak holdinge dönüşüyor. Ebru Gündeş'le evlendikten sonra ise magazin figürü oluyor. Eşine aldığı pahalı hediyeler, Kanlıca'daki 26 milyon liralık yalı, Bodrum'da 1,8 milyon liralık yazlık, 1 milyon liralık Aston Martin otomobil, 800 bin liralık yarış atı bunlardan sadece bâzıları... 17 Aralık 2003 de yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla gözaltına alındı. Tutuklandı, 70 gün cezaevinde kaldı. O kritik süreçte tahliye edilmesi çok tepki aldı. Üç bakanın da adının karıştığı ve istifalarıyla sonuçlanan bu olayda dinleme kayıtlarındaki sözleri unutulacak cinsten değildi. Bir söz vardır "Çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz" derler. Rıza Zarrab'ın daha gencecik bir çocukken bu kadar zengin olması neyle izah edilebilir? Üstelik ortağı Zencâni İran'da idam isteğiyle yargılanmaktadır. Bu vak'ada asıl vahim olan Türkiye Cumhuriyeti hükûmetinin bu şâibeli adamı koruyarak Amerikan mahkemesine meydan okumasıdır. Muhakkak ki Reza Zarrab işinin içinde bir iş vardır ve pis kokular gelmektedir. Bu pis kokuları gidererek olayı aydınlatmak öncelikle TC adaletine düşerdi. Ama ne oldu, bir sürü suçsuz insan iddianâmesiz, mahkemesiz içerde yatarken Reza Zarrab serbest kaldı. Yanlış politikalar neticesi kavgalı olduğumuz ABD de elbet şeytanlığını yapacak, durumu kullanacaktır. En az ABD kadar düşmanımız olan Rusya'nın yanıbaşına, hele hele NATO üyesi bir ülkeyken, bir inat uğruna yanaşılırsa sonuçlarına da katlanmak gerekir. Üstelik gün be gün değişen bir dış politikanız varsa aslında politikanız yok demektir. Bakalım önümüzdeki günler ne gösterecek, kapalı kapılar ardında ne pazarlıklar yapılacak?
***
Bir diğer akla ziyan hadise de, milli eğitim alanında gerçekleşmiş ve birkaç gün önce internet haberlerinde yerini almış. Efendim, Milli Eğitimin hazırladığı 8. sınıf Fen Bilgisi kitaplarında tabiattaki dört element şöyle sıralanıyor: Su, hava, ateş, tahta! Yanlış duymadınız tahta… Halbuki doğrusu toprak olacak. Pekiyi bu yanlış nereden kaynaklanıyor? Cem Yılmaz, GORA filminin bir repliğinde espri olsun diye dört elementi böyle saymış. Bu yanlış nasıl yapılmış, Cem Yılmaz'ın filmi nasıl baz alınmış, bu vahim hata komisyondan nasıl geçmiş? Doğrusu ben işin içinden çıkamadım ve güleriz ağlanacak halimize diyerek son 15 senede Milli Eğitimimizin hiç olmadığı kadar berbat bir hale düştüğüne bir kere daha karar verdim.
Baştan sona anlattıklarımdan sonra içimde beliren his, durumun son derece nazik olduğu ve sorumluların müthiş bir vebalin yükünü taşıdıklarıdır. Özellikle Milli Eğitim alanında yapılan hata ve beceriksizlikler, emaneti ehline değil yandaşa vermek, o kimliğine sığındıkları İslamiyetin asla affetmediği hatalardır ki, koca bir milletin istikbali söz konusudur.