Abdullah Gül’ün Karar’dan Taha Akyol’a verdiği röportajı değerlendiren Nagehan Alçı, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra Gül’ün AKP’nin başına geçmesini nasıl engellediğini yazdı.
Dönemin “Gül’cü” ve Davutoğlu taraftarı yazarlarını da hatırlatan Alçı, medyada Fehmi Koru’dan başka Gül’ü destekleyen yazar olmadığını, Gül taraftarı olan Taha Akyol ve Ruşen Çakır gibi isimlerin gün itibarıyla “muhalif” çizgiye kaymış olmalarından dolayı etkileri kalmadığını savundu.
Alçı, Erdoğan’ın Gül’ün teşkilatlardaki gücüne karşı, Davutoğlu’nun “entelijensiya”daki etkisini kullandığını ve 11. Cumhurbaşkanı’nın siyasi hayatını “tereyağından kıl çeker gibi” sonlandırdığını ileri sürdü.
Erdoğan ile Gül’ün “cesaret”ini de kıyaslayan Alçı, Gül’ün yerinde Erdoğan olsaydı, Cumhurbaşkanlığı’nı bıraktığı gün AK Parti Genel Merkezi’ne yürüyüp Genel Başkanlığı alırdı yorumu yaptı.
Alçı’nın iddiaları arasında, Ali Babacan’ın Davutoğlu’yla birlikte hareket etmeye sıcak baktığı halde bunun Gül tarafından engellendiği de vardı.
Alçı’nın Erdoğan-Gül-Davutoğlu-Babacan polemiğini kızıştıracak yazısı şu şekilde:
“11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Karar gazetesinde Taha Akyol’a ekonomi hakkında verdiği söyleşi konuşuluyor.
Ben iktisatçı değilim. Ekonomi üzerine ahkam kesemem ancak bu röportaj aynı zamanda politik içerikli de olsaydı Taha Bey’in Sayın Gül’e sormasını istediğim bir sual olurdu.
Çünkü Abdullah Gül’e dair çok kritik bir politik mesele şu ana kadar hiç doğru düzgün tartışılmadı.
Önce neden bahsettiğimi izah edeyim ve sonra soruya geleyim…
Abdullah Bey, 27 Ağustos 2014’te yapılan AK Parti kongresiyle yani Ahmet Davutoğlu’nun Genel Başkan ve Başbakan olduğu kongreyle beraber kendisinin haksız şekilde AK Parti’den tasfiye edildiğini düşünüyor.
Bu hadiseden de sadece Tayyip Bey’i sorumlu tutmuyor. Aynı zamanda Davutoğlu’na da kırgın ve hatta kızgın.
Bu sebeple Ahmet Hoca’ya yönelik de kin demesek bile buna yakın duygulara hâlâ sahip Sayın Gül.
Bizzat siyasete soktuğu eski başdanışmanı Ahmet Davutoğlu’nun 27 Ağustos 2014’te AK Parti Genel Başkanlığı ve Başbakanlık vazifesini kabul ederek kendisine vefasızlık ettiğini düşünüyor.
Abdullah Bey’in perspektifine göre Davutoğlu şöyle demeli ve AK Parti Genel Başkanlığı ile Başbakanlığı reddetmeliydi:
"Genel Başkanlık ve Başbakanlık benim hakkım değil. Parti teşkilatlarımızın temayülü yüzde 80 Abdullah Bey’den yana. Benim parti içinde desteğim çok az. AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Sayın Gül olmalı."
Ancak bilindiği gibi Davutoğlu böyle yapmadı ve bu nedenle 27 Ağustos 2014’te Gül ve Davutoğlu arasında bir yarılma yaşandı.
Bugün DEVA ve GELECEK diye iki ayrı parti olmasının temel sebebi budur.
Ahmet Davutoğlu kesinlikle Ali Babacan ile aynı çatı altında tek parti içinde yer almak istiyordu. İki ayrı parti kurulmasını istemiyordu.
Ali Babacan’a yakın kimi kaynaklar Babacan’ın da "Zinhar Davutoğlu olmasın" demediğini söylüyor ama Abdullah Gül faktörü Babacan ve Davutoğlu’nu iki ayrı partiye itti.
Abdullah Bey kendi açısından tutarlı düşünüyor gibi gözükebilir ki gerçekten de 2014 Temmuz-Ağustos itibariyle parti teşkilatları temayülü yüzde 80 Gül’den yanaydı.
Şu an Gül karşıtlığı ile bilinen kimi AK Partili siyasetçiler bile "Partinin başına Tayyip Erdoğan’dan sonra Gül gelsin" diyorlardı.
Abdullah Bey’in de yakın çevresine söylediği gibi Davutoğlu’nun teşkilatlarda karşılığı yok denecek kadar azdı.
Peki Recep Tayyip Erdoğan çok az desteği olmasına rağmen kafasına göre mi Davutoğlu’nu Başbakan yaptı?
Elbette hayır…
Teşkilatlar değil ama AK Parti entelijensiyası diyebileceğimiz tüm belli başlı köşe yazarları o konjonktürde Gül’den değil Davutoğlu’ndan yanaydı.
Tayyip Bey de bunu bilerek siyaseten çok zekice bir hamle yaptı.
2014 Ağustos dönemi hâlâ köşe yazarlarının ve televizyon yorumcularının önemini koruduğu bir dönemdi.
Hatta 17-25 Aralık darbe teşebbüsüne karşı mücadele bağlamında köşe yazarlığı kurumu yeniden güçlenmişti.
2020 konjonktüründe köşe yazarlarının pek önemi yok ama o zaman farklıydı.
2014 Ağustos itibariyle AK Parti’yi destekleyen tanınmış medya aktörlerinin içinde sadece bir isim Abdullah Gül’ün arkasındaydı.
O da kendisinin 50 senelik dostu Fehmi Koru’ydu. İkinci bir isim yoktu. Koru hariç tüm aydınlar Davutoğlu’ndan yanaydı. Bugün Karar gazetesi yazarları da dahil.
Abdullah Bey ile dün yayınlanan röportajı yapan Taha Akyol ve bir de Ruşen Çakır o zaman da şimdi olduğu gibi Abdullah Gül’ü destekleyen çizgidelerdi ama 2013 Gezi olaylarından itibaren Taha Bey iktidarın mutedil muhalifi pozisyonuna geçmişti. Çakır ise 2011’den beri muhalif konumdaydı. Dolayısıyla artık iki Gülcü yazar da AK Parti cephesinden sayılacak durumda değildi 2014 Ağustos’unda.
Bugünlerde çok keskin Davutoğlu düşmanı olanlar dahil bütün aydınlar 2014 Ağustos itibariyle Davutoğlu dönemini coşkuyla alkışlıyorlardı. Ahmet Hoca’nın gazeteciler ve akademisyenler camiasında desteği çok sağlamdı.
O yüzden Erdoğan’ın Davutoğlu kararı hiç kimsede "Bu Davutoğlu da nereden çıktı" etkisi yaratmadı.
Tayyip Bey kıvrak ve yüksek siyasi zeka içeren bir hamle ile Gül’ü ekarte etmiş oldu.
Eğer Erdoğan, Davutoğlu dışındaki birini Başbakan ve Genel Başkan yapsaydı 2014 Ağustos konjonktüründe asla kabul görmezdi ve büyük problem çıkardı.
İşte bu çerçevede 27 Ağustos 2014 operasyonu tereyağından kıl çeker gibi inanılmaz bir başarıyla gerçekleşti.
28 Ağustos 2014’te de Tayyip Bey seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olarak koltuğu Abdullah Gül’den devraldı ve Gül’ün AK Parti’ye dönme ihtimali böylece bitti.
Peki şimdi gelelim benim Abdullah Gül’e sorulmasını istediğim suale…
Tayyip Bey’in 10 Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanı seçilmesiyle 27 Ağustos 2014 arasında 17 gün var. Tam 17 gün.
Abdullah Gül hemen ertesi gün yani 11 Ağustos 2014’te "Cumhurbaşkanlığım bittiğinde şüphesiz ki partime döneceğim. Partime dönmem benim için doğal olan şeydir" gibi demeçler vermek yerine istifa etseydi ve bir konvoyla AK Parti Genel Merkezi'ne yeniden üye olmak ve genel başkanlık adaylığı için gitseydi ne olurdu?
"17 gün daha beklemenin lüzumu yoktur arkadaşlar. Seçilmiş yeni Cumhurbaşkanımız Tayyip Bey’dir. Ben bugün istifa ediyorum ve partime geri dönüyorum. Genel Başkanlığa adayım" diye Abdullah Gül çıkış yapmış olsaydı geçtiğimiz 6 senede neler yaşanırdı?
Şüphesiz medyada büyük bir meydan muharebesi başlardı ve şu an onu destekleyen mecralar ve yazarlar bile Gül’e hücum ederlerdi ama teşkilatların Davutoğlu’na değil Gül’e desteği olduğu da yukarıda izah ettiğim gibi açıktı.
Şayet Abdullah Gül bu kavgaya girseydi netice ne olurdu, AK Parti Genel Başkanı olabilir miydi, bilmiyorum…
Ama şunu çok iyi biliyorum…
Yukarıda anlattığım pozisyonda Tayyip Erdoğan olsaydı kesinlikle sonuna kadar mücadele ederdi.
Kendisine meydan okuyacak medya ve yazarlarla savaşmayı göze alırdı.
Yine "Kavganın göbeğidir benim yerim" dizesini söyler ve kesinlikle hedefine ulaşmak için harp eder ve şansını zorlardı. Siyaseten yapılabilecek her şeyi yapardı.
Bugün Gül ve Babacan’ı ya da Davutoğlu’nu destekleyen ve Erdoğan muhalifi olan yazarların da bu teşhisime katıldıklarına inanıyorum.
Fakat durumun nezaketi gereği bunları yazmamayı tercih ediyorlar. Tıpkı iktidar ve muhalefet medyasında da birçok konunun yazılmaması tercih edildiği gibi.
Soruya yeniden dönelim… Abdullah Gül 11 Ağustos 2014’te neden böyle yapmadı?
Belki de o yüzden Abdullah Gül, Abdullah Gül…
Recep Tayyip Erdoğan ise o sebeple Recep Tayyip Erdoğan…”