Mustafa Kemal'i anlayabilmek!
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, vefatının 74. yıldönümünde, dün milletçe sevgi ve saygıyla anılmış bulunuyor.
Yıllar geçtikçe ve çeşitli badireler atlatıldıkça, Atatürk’ün değeri de daha çok derinleşiyor ve anlaşılıyor.
Hatta; ara sıra, maksatsız dahi olsa Mustafa Kemal Atatürk’e “karşı” gibi görünen her hareket, her davranış hele her “eylem” büyük yankılanmalara neden
oluyor.
Aslında, “her ahval ve şeraitte” Atatürk’ün önerdiği kurtuluş yolu gönlümüzü daima aydınlatıyor.
Gazetecilik mesleğimizin Atatürk’ün görev yaptığı, kahramanlıklar gösterdiği, hayati kararlar verdiği, tedavi gördüğü, okuduğu ve doğduğu yerleri görüp, incelememizi ve dolayısıyla daha da gururlanmamıza ortam hazırlamış olduğunu da belirtmemiz gerekiyor.
Gerçekten de özellikle Karlovy var ya, Şam, Trablusgarp, Manastır ve Selanik’te yaşadığımız anlar daima hafızalarımızı süslüyor, Hayatımıza “anlam” veriyor.
Her biri tarihi değere sahip olan mekânların, en “ilgi” çekeni tabii ki, Atatürk’ün doğduğu Selanik’teki ev oluyor.
Aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen, Selanik’teki 10 Kasım sabahı, tarafımızdan daima hatırlanıyor, “buruk” bir coşkuyla anılıyor.
Selanik’teki 10 Kasım sabahını hatırlarken; seksen-seksen beş yaşlarında bir zatın, Atatürk’ün evini işaret ederek, “Kemal’in evine mi geldiniz? Hoş, sefa geldiniz” sözleri kulaklarımızda sedalanıyor.
Selanikli yaşlı zatın sesi titrek, fakat Türkçesi bir
hoştu.
Atatürk sevgisi insanın kalbine bir düştü mü, zamanla olgunlaşıyor, yıllar geçse de kaybolmuyor.
Evrensel niteliklere sahip, büyük bir önder Atatürk’ü sadece biz Türkler değil, bütün dünya anlıyor ve sayıyor.
Her şeyden önce, tarihe bir “Milli Mücadele Lideri” olarak geçen Atatürk’ün ikinci niteliği,“Çağdaşlaşma Lideri” olması.
En büyük eseri ise “Cumhuriyet” gösteriliyor.
Atatürk’ü derinliğine anlamak için milli mücadele sürecini ve Cumhuriyeti inceleyenler, yüzyılın bir dehası ile karşılaşıyor.
Yanlış ve lüzumsuz abartılardan arındırılmış bir Atatürk’ü, yeniden bütün dünyaya tanıtmanın tam zamanı yaşanıyor.
Kim ne derse desin; Türkiye’nin böylesine büyük bir referansa ihtiyacı öne çıkıyor.
Unutulmamalıdır ki, her türlü “ahval ve şeraitte” Atatürk’ün, yaktığı meşale yolumuzu aydınlatıyor.
Yıllardan beri Atatürk’ü yâd eder veya anarken, hem saygı duruşunda bulunuyor, hem de dua etmekten kendimizi alamıyoruz.
Milletin çoğunluğunun da böyle düşündüğünü ve yaptığını sanıyoruz. Zaten bir kaç yıldan beri ölüm yıldönümlerinde Atatürk’ün ruhu için okutulan mevlitler ilgi görüyor.
Gerçekten de, Atatürk gibi bir insana sadece saygı duruşu yetmez, ruhuna dualar da armağan etmek icap ediyor.