MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE BARIŞ

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE BARIŞ

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE BARIŞ

Millet hayatı tehlikelerle karşı karşıya kalmadıkça savaş bir cinayettir

 

Atatürk’ün anlayışına göre, savaş bir ulusun ancak zorunlu kalması durumunda başvuracağı bir çözüm yolu olabilir.  Nitekim “Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Millet hayatı tehlikelerle karşı karşıya kalmadıkça savaş bir cinayettir” sözü onundur. Savaş ortamına gelinceye kadar, diplomasinin bütün inceliklerini kullanmanın önemine Atatürk; “Diplomatlar barışın kurmaylarıdır” sözleriyle değinmiştir. Çünkü Atatürk, kendi çağının liderleri olan Hitler, Mussolini gibi millî sorunlarını olupbittilerle değil, diplomasi yolu ile ve görüşmelerle çözüme kavuşturmaktan yana idi. Örneğin, 1936’da Boğazlar’ın statüsünü belirleyen Montreux Konferansı’na gidişteki uzun siyasî yolda ya da 1939’da Hatay’ın Fransa mandasından alınarak Türkiye’ye bağlanmasında, diplomasinin bu inceliklerini görmek mümkündür.
Bütün dünya ile alakadar olacağız.
Atatürk; bütün insanlığı bir insan vücuduna benzetir. Bir insan parmağındaki acıdan nasıl ki biraz sonra müteessir olursa, dünya milletleri arasındaki herhangi bir huzursuzluk da bir süre sonra diğer milletlerin huzursuzluğu olacaktır. Uzak Doğu’da da olsa bir kıvılcıma neme lazım diye sırtınızı dönemeyeceğimizi; çünkü, bir süre sonra bu kıvılcımın kendi memleketimizde bir yangın olarak tezahür edebileceğini söyler. Ona göre, dünya milletlerinin saadetine çalışmak, diğer bir yoldan kendi milletinin huzur ve saadetine çalışmak demektir. Dünyada ve dünya milletleri arasında sukun, vuzuh ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın, huzurdan mahrumdur. Bu noktada Atatürk şöyle devam ediyor: “Onun için ben sevdiklerime şunu tavsiye ederim: Milletleri sevk ve idare eden adamlar, tabii evvela ve evvela kendi kitlelerinin mevcudiyet ve saadetinin amili olmak isterler. Fakat aynı zamanda, bütün milletler için aynı şeyi istemek lazımdır. Bütün dünya hadiseleri bize şunu açıktan açığa ispat eder: En uzakta zannettiğimiz bir hadisenin bize bir gün temas etmeyeceğini bilemeyiz. Bunun için beşeriyetin hepsini bir vücut ve bir milleti bunun bir uzvu addetmek icap eder. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün aza müteessir olur”. Bir konuşmasında da şunları söylemiştir: “Dünyanın filan yerinde bir rahatsızlık varsa, tıpkı kendi aramızda olmuş gibi onunla alakadar olmalıyız. Hadise ne kadar uzak olursa olsun, bu esastan şaşmamak lazımdır. İşte bu düşünüş, insanları, milletleri hodbinlikten kurtarır. Hodbinlik şahsi olsun, millî olsun daima fena telakki edilmelidir. O halde konuştuklarımızdan şu neticeyi çıkaracağız: Tabii olarak kendimiz için bütün lazım gelen şeyleri düşüneceğiz ve icabını yapacağız. Fakat bundan sonra bütün dünya ile alakadar olacağız”. Atatürk’ün barışa ne büyük değer verdiğini, 1935 yılında Çanakkale’de dünya analarına hitaben Şükrü Kaya’ya okutturduğu notları pek güzel anlatır. Şükrü Kaya aracılığıyla Atatürk, Çanakkale’de Mehmetçiğin eşsiz direnişi karşısında hayatlarını yitiren yabancı-istilâcı askerlerin annelerine, artık gözyaşlarını dindirmelerini öğütlerken; “Bu topraklarda canlarını verenler artık bizim çocuklarımız olmuşlardır” derken, onların Mehmetçikle koyun koyuna, huzur içinde yattıklarını ve huzur içinde yatacaklarını söylerken, tarihte hiç bir devlet adamında görülmemiş bir hoşgörüyü, hümanizmayı ve barış çağrısını dile getirmiş oluyordu. (Bitti)