Bölgesel istikrarın, dünya istikrarına katkı sağlayabileceğini göstermiştir
Bu prensibe dayanarak, tüm dünya devletleriyle Türkiye barış esasına dayanan ikili ilişkiler geliştirmeye özellikle dikkat etmişti; ama bu ilişkilerde, barışı baltalamak isteyen ülkelerle ilişkiler, daha sınırlı bir seviyede gelişmekteydi. Nitekim Revizyonist devletler grubunda olan İtalya’nın 1935 yılında Etiyopya’ya saldırmasından sonra, Milletler Cemiyeti’nin aldığı yaptırım kararına zaten iyi olmayan ilişkileri tehlikeli noktalara getirme pahasına Türkiye de uymuştu. Ayrıca, bu haksız saldırı karşısında ekonomik yaptırımlara destek veren Türkiye, ertesi yıl İspanya iç savaşı sırasında Akdeniz’deki İtalyan korsan deniz altılarına karşı, Nyon Konferansı’nda alınan önlemlere katılmaktan da geri kalmadı.
Barış ortamı yaratma çabaları
Atatürk, savaş durumu sona erer ermez, kalıcı barış için genç Türkiye Cumhuriyetinin aktif bir rol oynamasını sağlamıştır. Önce komşularıyla barış ortamı yaratacak Türkiye’nin, istikrarlı bir bölge oluşturabileceğini düşünmüş; bölgesel istikrarların, dünya istikrarına büyük katkılar sağlayabileceğini etkin bir biçimde göstermiştir. Bu nedenle önce Türkiye’nin komşularıyla dostça ilişkiler sürdürebilmesi için antlaşmalar yapmıştır. Lozan Barış Antlaşması’nı izleyen dönemde gerçekleştirilen bu bir dizi antlaşmanın ilk ve en önemlisi, Sovyetler Birliği ile 1925 yılında imzalanan dostluk ve saldırmazlık paktıdır. Aynı yıl Bulgaristan’la da böyle bir antlaşma imzalanarak, Balkanlar’da bir barış ortamı yaratmaya çalışmıştır. 1926’da İngiltere ve dolayısıyla Irak ile sınır ve iyi komşuluk antlaşması, İran ile bir dostluk ve güvenlik antlaşması; 1928’de Yakın Doğu ve Afrika’da modası geçmiş, klâsik sömürgeler kurma emelinde olan İtalya ile bir tarafsızlık antlaşması imzalanmıştır.
Bu süreçte, Balkan Paktı ve Sadabat Paktı Projeleri, onun bölge ve dünya barışına katkı konusundaki en ciddi girişimleridir. Bu iki paktı oluşturmaya dönük bir dizi antlaşmalar serisi, Türkiye’nin kendi bölgesinde bir dostluk ve güven ortamı yaratma çabalarının açık göstergeleri olmuştur. Bu çaba o kadar etkili ve istekli olmuştur ki, o dönemde de neredeyse gelenekselleşmiş olan Türk-Yunan anlaşmazlığının sona erdirilerek, aradaki meselelerin çözümlenmesi ve Venizelos ve Atatürk arasında tarih kitaplarına geçen bir dostluk ortamı yaratılarak, bunun ülke ilişkilerine yansıtılması son derece anlamlıdır. Atatürk’ün düşündüğü şey, özellikle Osmanlı Devletinin dağılmasıyla ortaya çıkan Balkan ve Orta Doğu kökenli devletler arasında oluşturulabilecek sıcak ilişkileri geliştirebilmekti. Bu devletler arasında o dönemde derin bir güvensizlik duygusu hakimdi. Bu politikaların sonuç vermesiyle, saldırgan ve yayılmacı politikaların önünde Türkiye’nin aynı paktlar içinde yer aldığı devletlerle ciddi bir engel ve caydırıcılık unsuru oluşturulabileceğini düşünüyordu. Üstelik bölge devletlerinin birbirlerine dönük tehdit unsuru olma özellikleri ortadan kalkacaktı. Bu bloklar, Avrupa’daki ırkçı ve Sovyetler Birliği ve çevresindeki kuşakta oluşan gelişmelere karşı da bir denge sağlayabilecekti.
Eğer dünya milletleri Atatürk’ün sesini duysalardı ve buna uysalardı bugün olduğu gibi kan, barut, gözyaşı, ağıt ve yarınından emin olmayan insanlar yerine insanlık alemi huzur içinde, barış rüzgarlarının estiği mutlu insanlar olurlardı.
(Devam edecek)