Allah bir daha bize ve insanlığa böyle feci bir akıbet göstermesin
Atatürk, 4 Ekim 1924 tarihinde, Büyük Millet Meclisinde, büyük zafer hakkında bilgi verirken de bu barışçı ve insancıl duygularını belirtmiş, üzüntüsünü şu satırlarla aktarmıştır: “Hakikaten arkadaşlar, bu harp cephesini ertesi gün gezdiğim zaman, teessürden men-i nefs edemedim. Bir asker için, herhangi bir asker için bu vaziyet mucib-i teessürdür. Fakat Allah’ın bunu bunlara mukadder etmiş olmasına göre, burada bu vaziyete girenler asker değildir. Bunlar her halde caniler ve katillerdir”. Nitekim Atatürk savaş meydanını gezerken, parçalanmış insan bedenleri karşısında çok duygulanmıştı. Yer yer cesetlerden toprak görünmüyordu. Yakınındakilere; “Allah bir daha bize ve insanlığa böyle feci bir akıbet göstermesin. Bu insanlık adına yüz kızartıcı bir manzaradır. Ne yapalım ki bizi buna mecbur ettiler; çünkü onlar birer caniydiler” demiştir.
Atatürk, hayatının her döneminde, “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesini ısrarla vurgulamış ve bunu yalnızca bir düşünce olarak görmeyip, bizzat izlenen politikalarda uygulamıştır. Nitekim, savaşı yasaklayan 1928 tarihli Briand-Kellogg Antlaşması’na ve ertesi yıl bu antlaşmayı Doğu Avrupa’da yürürlüğe koyan Moskova Protokolü’ne Türkiye’nin katılmasını istemiştir. Bu nedenle “Yurtta Barış Dünyada Barış” özdeyişi bir slogan değil, Atatürk’ün öngördüğü çağdaş Türk dış politikasının en değişmez prensibidir. Nitekim O, “Yurtta Barış Dünyada Barış” prensibini, Türkiye Cumhuriyetinin en önemli umdelerinden birisi olarak sayar ve bu prensibin amacını, insaniyetin ve medeniyetin refah ve terakkisinde en esaslı amil olarak yorumlar. Bu ilkeye elden geldiği kadar hizmet etmiş olmayı ve hizmete devam etmeyi, kendisi ve ulusu için bir iftihar nedeni sayar. Atatürk, Yurtta Barış Dünyada Barış prensibini dış politikanın temel prensibi haline getirmek için yoğun bir çaba harcarken, uluslararası diplomaside yeni gruplaşmalar ortaya çıkmaktaydı. Özellikle Avrupa’da Nazizm ve Faşizm gibi diktatörlük rejimleri, akıl almaz bir çılgınlığa doğru giderlerken, dünyanın en çok ihtiyaç duyduğu şey, akılcı politikalar ve barışçı siyasetlerdi. İtalya’da Mussolini’nin Faşist Rejimi, Almanya’da Hitler’in Nazi Rejimi, Sovyetler Birliği’nde Stalin’in Komünist Rejimi ve bu sistemlere toplumlarını tutsak etmiş liderler, kendi muhteris amaçları uğruna dünyayı hiç çekinmeden büyük felaketlere sürüklüyorlardı. 1932 yılında Amerikalı General Mc Arthur’u konuk eden Atatürk, dünyanın içinde bulunduğu kaosa ve büyük tehlikeye dikkati çekerek; “Avrupa devlet adamları, başlıca ihtilâf mevzuu olan mühim siyasî meseleleri, her türlü egoizmden uzak ve yalnız umumun nef’ine olarak, son bir gayret ve tam bir hüsnüniyetle ele almazlarsa, korkarım ki felaketin önü alınamayacaktır” diyor, Amerikalı General de Atatürk’e katıldığını belirtiyordu. Atatürk, bu dönemde bile hem Türkiye’nin kendi iç siyasetinde barış içinde olmasını istiyor, hem de dünya ülkelerinin barış unsurunu ön plana çıkarmalarını arzuluyordu. (Devam edecek)