Dost olacağız. Oyuna gelmeyeceğiz. Hakkımızı koruyacağız...
Kurtuluş Savaşı’nda dünyanın en güçlü devletlerine karşı savaşlar veren bir komutan olan Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasının rotasını “Yurtta sulh cihanda sulh” sözleriyle çizmiştir. Bu konuda Atatürk; “Türkiye Cumhuriyeti’nin en esaslı prensiplerinden biri olan yurtta sulh, cihanda sulh gayesi, insaniyetin ve medeniyetin refah ve terakkisinde en esaslı âmil olsa gerektir. Sulh, milletleri refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur.” diyerek bu konudaki eşsiz görüşlerini belirtmiştir.
İmparatorluktan modern Cumhuriyet rejimine geçişin en önemli çıkış noktası olan bu parola, Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasının da bir aynasıdır.
Cumhuriyet sonrasında kısa süreli bölgesel ittifakları tercih eden Türkiye, Batı’ya yakınlaşırken Sovyetler Birliği ile de mesafeli ilişkisini korudu. Atatürk’ün, Cumhuriyetin ilk yıllarında Kuzey komşumuzla olan ilişkilerimizi özetleyen şu sözleri ilginçtir: “Dost olacağız. Oyuna gelmeyeceğiz. Hakkımızı koruyacağız.”
M. Vehbi Tanfer’in Mustafa Kemal Atatürk’ün barış konusundaki düşüncelerini Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi’nde yayınlanan makalesinden özetleyerek aktarıyoruz.
İnsanlığın gerçek
kurtuluşu barıştan geçer
Uzun yıllar boyunca Osmanlı Devletinin cephelerde uğradığı acı yenilgilerin yakın tanığı olan ve bizzat kendisi de senelerce cephelerde savaşan Mustafa Kemal Atatürk, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Devletinin içte ve dışta barışçı bir politika izlemesi gerektiğini ısrarla vurgulamıştır. Çünkü bu uzun savaşlar, Türk milletinin refaha ve saadete kavuşmasına büyük bir darbe indirmiş; yurt toprakları işlenemediği, teknoloji ve sanayileşme sağlanamadığı gibi; yığınlar halinde Türk çocukları cephelerde harcanmıştır. Bu acı tabloyu Atatürk Nutuk’ta, geçmiş dönemlerde izlenmiş olan Osmanlıcılık, İslamcılık ve Turancılık politikalarını eleştirirken canlı bir biçimde ortaya koymuştur. Çünkü bu politikalar, Türk milletinin gerçek mutluluğuna hizmet eden politikalar değildi. Atatürk’ün kendisinin vurguladığı gibi, hepsi birer hisse ve hayale dayanıyordu. Oysa, kurulan yeni Türk devletinin en önemli ilkelerinden birisi olarak gördüğü ve yorumladığı “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesini, yalnızca Türk Milleti’nin değil, diğer dünya milletlerinin de gerçek mutluluk ve refahı için mutlaka hakim kılınması gereken bir politika olarak görüyordu. Atatürk’e göre, insanlığın gerçek kurtuluşu barıştan geçmekteydi. Barış için yapılması gereken çok şeyler olmakla birlikte, tarihin acı bir gerçeği olarak, bunu sağlamanın ne denli güç olduğunun da farkındaydı. Türk Milleti, uzun yıllar başka milletlerle harp halinde yaşamıştı ve arka arkaya yapılan büyük yanlışlar onu, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda yok olmanın eşiğine getirmişti.
Milletin mutluluk ve saadetinden çok, kendi kişisel mevkilerini düşünen ve hayallerini gerçekleştirmeye çalışan politikacılar, Türk milletinin maddî gücünü aşan politikalarla, çok geniş amaçlar uğruna Türk milletini idam sehpasının karşısına getirmişlerdi.
(Devam edecek)