Mustafa Kayabek
Bir ülküye inananlar... Bir fikir sistemini benimseyenler...
Öncelikle bilmek zorundadırlar. İnandıkları fikir sisteminin ne olduğunu bilmek zorundadırlar. Sistem hakkında kim ne söylemiş, bilmek zorundadırlar.
Öncelikle bilmek zorundadırlar. Benimsedikleri ülkünün tarihini bilmek zorundadırlar. Kimler gelmiş, kimler geçmiş, kimler ne yapmış?.. Bunları bilmek zorundadırlar.
Türkçüyüz, Türk milliyetçisiyiz, diyorsak eğer; Türkçülüğün tarihini bilmek zorundayız. Türkçülüğün ana eserlerini okumuş olmak zorundayız. Türkçülük yolundaki hareketleri, dergileri, isimleri bilmek zorundayız.
Bu sebeple zaman zaman Türkçülüğün tarihinden, tarihindeki önemli isimlerden bahsediyorum. Yazık ki bunların çoğu da ölümler sebebiyle oluyor. Ölümler bir yandan içimizi yakıyor, bir yandan bizi geçmiş günlere götürüyor.
1960'lı yılların İstanbul'undayım. Hani şimdi sadece fotoğraflarda veya o dönemin filmlerinde kalmış bulunan İstanbul...
Beyazıt tarafından Sahaflar Çarşısı'na giriyorum. Vitrinler ve eski yüzlü kitaplar beni kendilerine çekiyor. Dakikalar değil saatler geçiyor. Cebimde para olmadığı için alamadığım kitaplara hayıflanıyorum. Alt kapısından çıkıyorum çarşının. Düz gidersem Kapalı Çarşı'ya gireceğim. Fakat çoğu defa sola dönüyorum. Bakırcılar Çarşısı'na. Kayabek'in dükkânı işte orada. Antikacı dükkânı.
Antika eşyalarıyla özdeş olmuş Kayabek. Bazılarını o kadar benimsemiş ki satmak istemiyor. Sanki o eski eşyaların her birinde bir ruh var. Fakat ben o zaman antika eşyanın bilincinde değilim. Mustafa Ağabey'le konuşmak, Türkçülük'ten bahsetmek istiyorum. Atsız üzerinde konuşmak ve daha çok onu konuşturmak istiyorum. Gülümseyen yüzü ve bazen hafif bir kahkahaya dönüşen şakrak sesi aklımdan çıkmıyor.
Şiirlerini dinliyorum. Çapraz kafiyeli şiirler yazıyordu. Mısraları tekrarlıyordu bazen ve bentleri beş mısraa çıkarıyordu. Eğin manilerinin havası vardı şiirlerinde. Ne de çok severdi Eğin'i, manilerini, folklorunu.
Türkoloji'de okumuştu. Son sınıfa kadar gelmiş, fakat nedense diploma almadan bırakmıştı fakülteyi. Caferoğlu'nu, Muharrem Ergin'i ve sınıf arkadaşı Ali Fehmi Karamanlıoğlu'nu konuşurduk. Sonra Dursun Yıldırım gelirdi, Abdurrahman Çelik gelirdi, Suphi Saatçi gelirdi. Suphi gelince Eğin manilerinden Kerkük hoyratlarına geçerdik. Kerkük'e, Kerkük şehitlerine yanardık. Antikacı dükkânı değildi orası; Türklüğün, Türkçülüğün konuşulduğu kutsal bir mekândı.
Ötüken dergisi. Yeni bir ayın gelmesini sanki Ötüken'i almak, Ötüken'i okumak için beklerdik. Türkçülük tarihinde bir dönem Ötüken. 1964'ten 1970'lerin başlarına kadar. Ötüken okumayan Türkçü mü olurmuş! Derginin yazı işleri müdürü Mustafa Kayabek. Atsız'ın kılıç gibi kesen yazıları. Biz büyük bir zevkle okuyoruz ama öyle keskin ki yazılar, her an bir dava konusu olabilir. Atsız'ın yiğit olduğunu yalnız biz değil Tanrı Dağları'ndaki ruhlar bile biliyor. Ama derginin yazı işleri müdürü... Bir dava açılırsa o da sanık olacak. Oluyor da. Atsız'ın, bugünkü Kürtçülük belasını daha o zaman haber veren yazısından ikisi de 15'er aya mahkûm ediliyor. Kayabek, 15 ay Eğin cezaevinde yatıyor. Atsız İstanbul'da mahkûm. 1944 ile 1980 arasında Türkçülerin bir de bu mahkûmiyeti var.
Kayabek, Türk Dili ve Ötüken dergilerinde çıkan şiirleriyle şüphesiz edebiyat tarihimize mal olmuş bulunuyor. Fakat O aynı zamanda uzun süreli bir Türkçü derginin yazı işleri müdürü olmak ve bu yüzden hapse atılmış bulunmak sıfatlarıyla Türk basın tarihine ve elbette Türkçülük tarihine de girmiş bulunuyor.