Mustafa Cemiloğlu’nun trajedisi!
İç ve dış kargaşalıklarla adeta “tehdit” altında olan kamuoyu “Dış Türkler” sorununa karşı da soğutuluyor.
Gerçekten de, hassas davalarımız artık unutturuluyor.
Nitekim; 1944’ün 18 Mayıs’ında, yani 69 yıl önce, Kırım Tatarları’nın ana vatanlarından binlerce kilometre uzağa sürgüne gönderildikleri facianın yıl dönümünü, nefretle kınamak ve özellikle dünya kamuoyuna hatırlatmak gerekiyordu.
Ve Cemiloğlu’nu asla unutmamak, unutturmamak öncelikli görev oluyor.
Yarım asırlık sürgünün acı ve mahrumiyetleri ile yoğrulan Cemiloğlu’nun vatana dönüşünden seneler geçtiği halde, Kırım’ın bağımsızlığına kavuşamamasını bir “trajedi” olarak değerlendirmek icap ediyor.
Türkiye dışında ilk görüşmemizde Cemiloğlu’nun feryatları benliğimizden kopmuyor.
Tarih: 3 Haziran 1994. Yer: Ukrayna’nın başkenti Kiev. Kırım Türkleri’nin efsanevi lideri Mustafa Cemiloğlu, kelimelere basa basa konuşuyor: “Kırım’ı Rusların eline bırakmayın.”
Âdeta Türk milletine mesaj veriyor:
“Yanımızda 60 milyonluk bir Türkiye olduğunu görünce, özgürlüğe kavuşmamızın daha kolay olmasını bekliyorum.”
Ne var ki aradan bunca yıl geçmesine rağmen Kırım tam bağımsızlığına doğru yürüyemiyor. Sadece nüfusumuz 75 milyonu aşıyor.
Kırım Tatar Meclisi’nin Başkanı Cemiloğlu’nun dediklerini o zaman Genel Yayın Yönetmenliği’ni deruhte ettiğimiz, Yeni Günaydın gazetesinde okuyanlar belki de bu satırların hiçbirini şimdi hatırlamıyor:
“Kırım bir zamanlar Türk devletiydi. Ancak tarihi sebeplerden, ayrılmak zorunda kaldı. Sonra da vatanımızdan sürüldük. Şimdi yine vatanımıza dönüyoruz. İnşallah yeniden beraber olacağız. Kırım’ın Türkiye’den uzakta bir ülke görünmesini istemiyorum.”
Aradan bunca zaman geçmiş olmasına rağmen Cemiloğlu beklentilerine “cevap” bile alamıyor. Ne yazık ki, Türkiye’nin Kırım’a ilgisi, son yıllarda en “zayıf” dönemini yaşıyor.
Cemiloğlu’nu “Kırım Yarımadası, Kırım Tatarları’nın ve diğer Türklerin yaşadığı hür bir devlet olacak” beklentisi sarıyor benliğimizi. Ne gariptir ki, Türk dünyası ile gerek diplomatik, gerek ekonomik ilişkilerimiz artık hızlanmıyor. Aksine yavaşlıyor.
Kırımlılar, Çeçenler, Çerkezler gibi kendi kaderlerine bırakılan, tam bağımsızlıklılarına henüz kavuşamamış Türkleri, Özgür Türk Devleti’yle de, en üst düzeyden normal seviyeye kadar ilişkiler âdeta “dondurulmuş” gibi bir profil arz ediyor.
“Misak-ı Milli”nin içinde yer alan Kerkük’ün Kürtler’e kaptırılmasından sonra şimdi Irak’ın Kuzeyi’nin de tamamen elden gitmesini hiçbir Türk içine sindiremiyor.
Durumun en “stratejik” yönü ise, unutturulmaya çalışılan Kıbrıs’tan “vazgeçilmiş” gibi bir intiba uyanıyor. Ne var ki; yarın ele alacağımız, değerli hocamız Nevzat Yalçıntaş ve arkadaşlarının kaleme aldığı “Kırım Ey Güzel Kırım” eserinde, Cemiloğlu’na “Atatürk Barış Ödülü” verilmeli önerisi yüreklere su serpiyor.